Demokrasi açısından sonunda öyle ilginç bir noktaya geldik ki;
“Neyse ki İstanbul’u muhalefetin adayı kazandı da sokakları, ambulans ve otobüslerimizi yine yakıp yıkmayacaklar”ın şükründeyiz elhamdülillah(!)
Hangi sokakları? Hani şu “her şey çok güzel olacak” sözü verdikleri caanım İstanbul’un (onlar yakıp yıkmadığında) zaten çok güzel olan, tarih kokan, üste 25 yıldır ekstra özen emek yatırım mesai harcanan sokaklarını.
Peki, birinci seçimdeki şaibeler giderilip (kendi teşkilatlarındakiyle sisteme girilen rakamlar uyuştuğunda) bu kez elbette ki sonuca hiçbir itirazı olmayan iktidarın kaybetmekle ilgili tavrı, refleksi ne oldu..
Gerek Binali Yıldırım ve gerekse Cumhurbaşkanı Erdoğan ilk anlardan itibaren rakibi tebrik etti (ve burası çok önemli); “İstanbul için gerektiğinde desteğimizi vermeye hazırız” dendi.
Farkı görmeniz açısından;
Bir tarafta seçim kaybettiğinde hırçınlaşan, saldırganlaşan, altmış yıllık başarısızlığını hiç hesaba katmadan iftiralara sarılan psikoloji;
Diğer tarafta ise somut şaibe yoksa hiç öyle mağduriyetlere sarılmadan direkt tebrik edebilen, hatta destek teklif eden öz güven, moral değerler.
Mesele memleketse, mesele İstanbul’sa, mesele vatandaşsa kimin neyi- kimi gerçekten sevdiği, kimin de derdinin üzüm yemek değil bağcı dövmek olduğu ortada değil mi?
Lakin seçmenin bu kez ne projeye, ne samimiyete, ne milli ve yerliliğe, ne dürüstlüğe ne de iki siyasi geleneğin geçmişine bakmadığı ortada. Hani, o klasik kabulde “sevgi emekti” ya..
Bu kez emek değil, dar günlerin ‘Cemşit’i değil, Marmaray- Orhan Gazi değil, Istranca’dan getirilen su- kurutulan Haliç hiç değil, başarılı bir 25 yılın teminatı değil aksine popülarizm ve hazıra konan ‘Samet’ kazandı.
Hem de şu son iki buçuk ayda her ne olduysa oldu ve seçmen bütün bu hayati tercihi bu söylediğimiz süreçte kararlaştırdı.
Malum; 31’i sonrası (muhalefetin tüm müdahalelerine rağmen ve onların, hatta kameraların da gözetiminde) oyların yeniden sayılabildiği yerlerde fark AK Parti lehine hızla erimeye başlamış,
En son rakibin adayının da deklare ettiği üzere 29 bin’lerden 13 bin’lere düşmüştü.
Peki, ne olmuştu da 31 Mart sonrası 13 bin’lere düşen ve sayım devam etse daha da düşeceği anlaşılan fark, 23 Haziran sonrası 8 yüz bin’e kadar çıkmıştı?
Üstelik bu süreç, rakip aday aleyhine pek çok yalan, olumsuzluk, kabalık, küstahlık, samimiyetsizlik, inkâr, dolap düzen hile barındırmasına rağmen.
(Kaçak güreşilen otellere, yanıltıcı mal beyanlarına, başarısız Belediye karnelerine, gözümüzün içine baka baka söylenen yalanlara, vatandaşa polise valiye kadar edilen hakaretlere, gazeteci dövdürtme- karakol basma görüntülerine burada giremeyeceğim bile!)..
Ve karşısında Binali Bey de tüm açıklığı, samimiyeti, başarısı, tecrübesi ile kıvırmadan, hakaret etmeden, inkara yeltenmeden, yalana tevessül etmeden sadece geçmiş- gelecek projelerinden bahsetmesine rağmen..
Evet tüm bunlara rağmen, işte bu kez bu nihai nokta tamamen seçmenin paşa gönlüdür, ayrıca keyfi bile davranmış olsa doğrusu bunda da hürdür.
Zira bu iki buçuk ayda (atıfta bulunulan meselelerden); ne ekonomide (olumlu- olumsuz) devasa bir değişim olmuş, ne Suriyeliler meselesiyle yeni tanışılmış, ne işsizlik mevcuttan fazla artmış ve ne de marketlerdeki poşetler bu iki buçuk ayda ücrete bağlanmıştır.
Hadi farkın birazı da 31’inde seçimde sandığa gitmemiş İmamoğlu’cular olsun.
Ee peki, kararsızlarla, belli ki bir önceki seçimde farklı oy kullananların bu iki buçuk aydaki U dönüşünü açıklayacak geriye ne kalıyor?
Görünen o ki son yıllarda zaten çok defa sandığa gitmiş seçmen, işini gücünü tatilini bırakıp tabiri caizse daha elinin kınası (mürekkebi) kurumadan ikinci kez sandığa gitme,
Ve bundan da iktidarı sorumlu tutmanın üzerine bugüne dek tolere ettiği ufak tefek itirazları da ekleyip tümünün toplam hesabıyla sandığa gitti.
Mümkün mü, mümkün ama tek başına hala zor… Neden? İlaveten rakibin adayının söz konusu süreçte ‘mağdur’ edildiği algısının da iyi işlenmiş olması gerekiyor.
Bana sormayın, benim gözümde mağduriyet falan değil varsa cazgırlık vardı ama birileri bir yerlerde rakibin adayı adına bir ‘mağduriyet’ de görmüşse, “size nasıl öyle geldi, gerçekte şöyleyken şöyleydi” diyecek halimiz yok.
Dolayısıyla, oy hırsızlığının gündem olduğu ilk günden itibaren ben de hep dedim ki “seçim tekrarlanır ve bu kez şaibe olmazsa seçmenin kararı baş göz üstüne”.
Ama bu demek değil ki muhalefetin adayının, karakteri ve çizgisi hakkındaki kanaat ve iddialarımızdan vazgeçeceğiz, hepsinin arkasındayım şahsen (dilerim aksini ispat etsin).
Evet, olmuş olabilir; seçmen 31’indeki kararını gözden geçirmiş olabilir, ikisi arasındaki farkı yaşayıp görmek istemiş olabilir, “paşa gönlüm, sanane” demiş olabilir. Hepsine amenna.
Ama şu ‘küskün’ lafını ben sevemedim. Sözde AK Parti ‘yandaş’ı birinin ortaya attığı ‘hezimet’ sözcüğünü hele hiç kabul etmiyorum. Neye göre küskün, kime göre hezimet?
Amacım, her nereden bakarsanız bakın üç büyükşehir (Antalya, Ankara, İstanbul) kaybedilmişken, öyle yahut böyle kaybetmiş olanı övmek değil.
Ama muhasebe yapacağız diye de göz önündeki gerçekleri görmemek olmaz. Bilen, iyi gözlemleyen ve vicdanla hareket eden herkes de kim’ci, ne’ci olursa olsun takdir eder ki, üzerinden;
-Gezi eylemleri sokak darbesi girişimi,
-Olmayınca yolsuzluk sosuyla servis edilmiş 17- 25 Aralık yargı darbesi girişimi,
-Bu ikisi tutmayınca bu kez açıktan yapılmış 15 Temmuz FETÖ askeri darbe girişimi,
-Hiçbirisi olmayınca kur spekülasyonu üzerinden iç- dış destekli ekonomiye darbe girişimi gibi başka herhangi hükümet için felaket sayılabilecek girişimlerin tümünü yıpransa da ölmeden atlatmış;
Başka bir ülkeyi on yıllarca geriye götürecek bu saldırılar sonrası bile hiçbir projesini aksatmamış, hiçbir hizmetin açılışını söz verdiği tarihten öteye atmamış, halka bu konularda hayal kırıklığı yaşatmadığı gibi bunların rüzgârıyla yetinip vatandaşa sorumluluklarını da aksatmamıştır.
Almanya’da 11 yıldır bitirilemeyen Berlin havaalanına karşın Türkiye’deki Hükümetin daha büyüğünü, daha iyisini 5 yılda bitirmesi,
Üstelik bunu (en görünürü 15 Temmuz olmak üzere) çok sayıdaki çelme, saldırı ve ihanetlere rağmen yapmasını takdir etmek nereden bakarsanız bakın yağcılık, yancılık değil hakkaniyettir.
Yoldu köprüydü tüneldi şehir hastaneleriydi derken bir yandan da bulunduğumuz ateş çemberi coğrafyada hem insani sorumluluklar noktasında ve hem de savunma sanayiimizin yerlileşmesi konusunda iyi bir sınav verilmiştir.
Aslen insana hizmet odaklı bütün kurumlarına yönelik yatırımlarla Devleti güçlendireceğim derken insanı ihmal ettiğini söyleyebilir misiniz peki? Görecedir, söyleyen olabilir.
O durumda ben de derim ki bu hükümet Rusya’dan iki S400 daha alabileceği parayı emeklisine bir yılda ikramiye olarak dağıtıyorsa “hayır”.
Sağlam vatandaşı hasta eden köhne sağlık sistemini gözle görülür olarak iyileştirmişse “hayır”.
Bu kapsamda, yirmi küsur milyonluk kanser ilacını, pahalı tüp bebek ve daha başka pek çok spesifik tedavileri vatandaşına ücretsiz sağlamaya başlamışsa “hayır”.
Trafik çilesini nispeten çözmüş (sıfırlarım diyen beri gelsin), su elektrik internet altyapısını güçlendirmiş, doğal gazı- havayolu ile seyahati lüks olmaktan çıkarmış, uydu uzay çağını başlatarak milli ve daha kaliteli iletişimin önünü açmışsa “hayır”.
Çalışan annelere, iş- yuva kuranlara, engellilere pozitif ayrım yapmış; on binlerce engelliyi istihdam etmiş, engellilere yönelik görülmemiş yaklaşımlar hizmetler inşa etmiş, üstelik maaş/ sosyal güvence sağlamışsa “hayır”.
Ailede herkesin bir diğerine ‘postalamaya’ çalıştığı yaşlı- hasta aile fertlerini istenir hale getirip, son günlerini huzur evlerinde yol gözleyerek değil Devlet desteğiyle kendi torun torba yakınları arasında geçirmesine ön ayak olmuşsa “hayır”.
Öğrencinin harcını kaldırmış, şehrine üniversite açmış, bursunu kat kat artırmış, barınma ve tüm sosyal imkânlarını eskisine oranla yükseltmişse “hayır”.
Kamuya üniversiteye sokulmayan başörtülünün, dilini konuşamayan Kürdün, haksızlıklarını giderdiği azınlıkların da gönlünü alıp putları yıkmışsa “hayır”.
Hezimet diyemezsiniz kardeşim. Küskünlük derseniz de neyin küskünlüğü olduğunu anlamaya çalışmama müsaade edersiniz.
Ha evet bal gibi de bir işsizlik sorunumuz var (gerek genç- çalışabilir yaştaki nüfusumuzun Avrupa’nın rahat 1,5- 2 katı olmasından ve gerekse de ekonominin hep bir elden getirildiği dar boğaz dolaylı).
Evet, insani açıdan takdiri hak eden ama belki sosyal açıdan daha iyi yönetilmeyi bekleyen Suriyeliler sorunumuz da var.
Ama bunlara da çözümü çareyi, İstanbul’a turist getirmek için tek planı projesi “güler yüz” olan biri bulacak diyorsanız o da sizin tercihiniz, gerçekten de paşa gönlünüz kusura bakmayın.
Hatice OLGUN
haticeolgun2@gmail.com