“Birlikte çok güzeliz” demiştik, o hain kalkışmadan tam 3 hafta sonra, 7 Ağustos’ta...
Üstelik bunu yaparken 15 Temmuz’u kimin evden seyrettiğine, kimin market- bankamatik önceliğine düştüğüne, kimin (başlangıçta Kemalist darbe girişimi sanıp sevinerek!) tankları selamladığına bile bakmaksızın..
Tam bir iyi niyetle ve sanki o gece tankların önüne çıkan, top- tüfek- bombalara karşı destan yazan, vatanı işgalci hainlerden kurtaran “bazılarımız” değil de “hepimiz”miş gibi davrandık nezaketen.
Gün detaylarda kaybolma zamanı değil, alçaklara karşı “hepimiz” olma vaktiydi çünkü. İri olma, diri olma, bir olma vaktiydi.
Oysa bu, “biz farklılıklarımızla Türkiye’yiz, birlikte çok güzeliz” nakaratı, daha ziyade ele güne karşı meydanlardaki kalabalıkları coşturmada kullanılan mikrofonik bir nidadan ibaretmiş, bilememişiz.
Zira (bir sürü benzer ‘dil sürçmesi’nin ardından) en nihayet adamın biri çıkmış, milleti işgalci Yunan askeri misali denize dökmekten bahsederken, kızgın kumlardan serin sulara atlayan Magnum kızı gibi keyiften dört köşeydi.
Hadi bu bir kişi o lafı ettiği dakikalarda sarhoştu (olmamış şey mi, oabilir).. Yahut diyelim bu kişi heyecana kapıldı maksadını aştı (mümkün).. Veya bir anda kontrolü kaybetti falan fıstık (amenna!)..
Ama asıl acı olan; oradaki her yaştan kalabalığın, bu ok misali yayından çıkan akla zarar sözlere coşkuyla, ıslıkla, çığlık çığlığa alkış tutması, dolayısıyla onaylıyor olmasıydı!
Bundan da kötüsü; yazık ki bu kitle, o gece (ve öncesinde de pek çok defa) o stüdyolarda faşizme alkış tutanlardan çok daha fazla ve aramızda!
Halkın azımsanamayacak bir kısmını kin ve nefrete sevk etme suçunu, her gün bal gibi de işleyen Sözcü- Halk Tv benzeri yayın organları aracılığıyla pompalanan bu nefreti konuşmamız gerekiyor sanırım, malum sonuçlarından önce.
Yılmaz Özdil’ler, Müjdat Gezen’ler ecdada (Osmanlı’ya) aşağılık sözler sarf ederken.. Hanedan mensubu genç bir kadına bel altı ilişip, bunun üzerine aynı kitle iğrenç kahkahalar atarken..
Aynı ağızlar, bu aziz milletin büyük çoğunluğunu (daha 15 Temmuz gecesi uğruna yüzlerce can feda ettiği) vatanından sürüp, işgalci Yunan askeri gibi denize dökme muhabbetine cüret edecek derecede sınırı haddi aşmışken..
TBMM’deki temsilcisi vekil ısıran, başka bir tanesi kahraman Türk Polisine “Ak itler” diyen, başka biri Trabzon’da seçim otobüsünden vatandaşa “defol it” diye bağıran..
Gençlik kolları üyesi silahlanıp İstanbul’da DHKP-C’li grupla beraber kahvehane basan- slogan atan, referandumda 'Evet’ diyecekleri ölümle- zulümle tehdit eden..
Üstelik (az önce belirttiğim gibi) tüm bunları beğenen, alkışlayan, dinleyen, okuyan, sanal ortamda paylaşan, marifetmiş gibi referans gösteren ve nihayet bu nefret pompasından beslenen bir kitle de varken..
Az önce söylediğimi bir daha tekrar ediyorum; toplumda zuhur eden yukarıdaki sonuçlardan ziyade, bu nefreti topluma şırınga eden mekanizmaları konuşmalıyız önce.
Bir siyasi parti çatısı altındaki gittikçe marjinalleşen ve toplumsal dokuya negatif etkileri itibarıyla azımsanamayacak bir kitle üzerinde etkin olduğu gözlemlenen bu nefret araçlarının, daha uzun vadedeki etkilerini düşünmek bile istemiyorum açıkçası.
Bu neyin nefreti diye düşünüyorum çoğu zaman, düşünmeliyiz de.. Zira, memleketin bir tarafı bu nefret öfke diliyle konuşurken, diğer taraf nereye kadar “farklılıklarımızla güzeliz” Polyannacılığı oynayabilir ki?
Bir taraf, diğer tarafı “koyun, sürü, cahil, bidon kafa, böcek” vs şeklinde aşağılarken, diğer taraf “yaradılanı yaradandan ötürü” nereye kadar hoş görebilir ki..
“Bunlara şeker de veren de oy alır, yarım dilim ekmek veren de oy alır.. Bunlara atarsın kömürü, atarsın bilmem neyi.. Alırsın! Bunlar böyle,böcek sürüsü gibi insanlar.” diyor (bize), söz konusu kitlenin fikren beslendiği şahsiyetlerden bir diğeri!
Bir başkası, sandık sonuçlarını “Trakya’ya kadarki yerlerde yetişen buğdaylardaki çinko eksikliğine” bağlıyor. Anadolu’nun zekâsı yiğitliğinden hiç de aşağı olmayan insanını aşağılayarak.
Sonra da (isimi lazım değil) aynı rahmetli gidiyor, Bamteli diye bir program çekip, fonda Anadolu insanı olan görüntülere romantik şiirler okuyarak yolunu buluyor, adını duyuruyor.
Ve tekrar hatırlatmak isterim ki; maalesef aynı ‘denize dökeriz’ diyen, Osmanlı’ya küfreden, “koyun- böcek- cahil” sakızı çiğneyenlerde olduğu gibi, bu yukarıda saydıklarımız da alkış buluyor, okur buluyor, kitle buluyor..
Yani nefret söylemi münferit değil, kitleye yayılmış orada alıcısını bulmuş durumda!
Koalisyonların parçası olmak dışında (1950’ye kadarki zorunlu tek parti dönemi hariç) bu ülkede asla iktidar olamamış ve belli ki bunun onulmaz öfkesiyle muhalefet pozisyonunu kan davasıyla karıştırmış ve son yıllarda bunu iyice abartmış bir siyasi hareketten söz ediyoruz.
Öyle abartmış ki hasımlığı, milli meselelerde bile Hükümetin yanında olamamış. Ülkece sevincini yaşamamız gereken bütün iyi işleri, olumlu gelişmeleri dil ucuyla bile takdir etmemiş, etmediği gibi bunlara baştan ‘hayır’ diyerek icraatı güçleştirmiş.
Taksim’de vandallığı tasvip etmiş, öncesinde sokağı teşvik etmiş.. Adliye basıp savcı katleden DHKP-C’li teröristlerle iletişime geçmiş (Bakınız; Sezgin Tanrıkulu)!
Hem terörün bitirilmesini istemiş, hem de Güneydoğuda hendek terörüne karşı kahramanca mücadele veren polisimizi- askerimizi Batı’ya verilmek üzere yazdığı raporuyla ‘suçlu’ ilan etmiş!
Hükümetin silahların gömülmesi şartıyla yürüttüğü kanın durduğu sürece “işbirliği” demiş, kendi vekilleri örgütün en kanlı saldırıları sürerken terörist cenazelerinde boy göstermiş (Bakınız; Gamze Akkuş İlgezdi, Sezgin Tanrıkulu kasım 2015)!
Aralık 2013- Temmuz 2015, yani cemaat bildiğimiz yapının FETÖ olduğu ortaya çıktıktan sonraki en bıçak sırtı dönem FETÖ tv’lerinden en azılı FETÖ’cülerle beraber kaosa destek vermiş!
Maaşını olduğu gibi Bankasya’ya para yatıracağını söyleyerek finansman sağlamış, omuz vermiş, cesaret vermiş (Bakınız; Mahmut Tanal)..
Fransa’sındaki bir tek saldırı için 1 yılı aşkın süre ilan edilen OHAL’e anlayış gösdermiş, ama 4 terör örgütüyle birden mücadele veren, 15 Temmuz’u yaşamış kendi Devletinin OHAL’ine, KHK’sına karşı çıkmış.
Gazetelerinin kapatılması söz konusu olunca, ‘ifade özgürlüğü’ demiş, ‘insan hakları’ demiş teröristlerin avukatlığını üstlenmiş (Bakınız Kemal Kılıçdaroğlu bizzat Bugün Tv’de söylüyor)!
Hatta 15 Temmuz’u yaşadıktan sonra bile, muhalif gazeteci Ahmet Hakan’ı da çileden çıkararak “FETÖ’nün yayın organlarının kapatılmasına karşı çıkmış (Bakınız Kılıçdaroğlu; CNNTÜRK mülakatı).
Yetmemiş, sağlam delillerle FETÖ’den tutuklu (sözde) gazetecilerin adlarını birer kahramanmış gibi meydanlarda tek tek okuyup,
Sanki, 15 Temmuz’u bize yaşatan silahlı terör örgütüne üyelikten değil de gazetecilik faaliyeti yüzünden tutuklanmışlarcasına utanmadan alkışlatmış (5 Aralık 2016, Kılıçdaroğlu Adana Mitingi)!
En son Başdanışmanı ileri düzeyde ByLock kullanıcısı bir FETÖ’cü çıkan ve tam da (iletişimi herhangi bir teknoloji kullanmadan bu danışman sayesinde yüz yüze sağlamış olması kuvvetle muhtemel) bu yüzden FETÖ ile bağı bir türlü delillendirilemeyen Liderinden bahsediyoruz!
Partisinin başına nasıl geldiği dâhil pek çok şüpheli davranışı gibi, 15 Temmuz gecesi o tankları o havalimanından hangi ilişkiler ağı çerçevesinde kaldırtıp kaçtığı da merak konusu olan,
Hala tüylerimizi diken diken eden o geceki alçak girişime Penisilvanya ağzıyla, “kontrollü darbe” diyerek şehit yakınları, gaziler ve vatandaşın çığ gibi tepkisine hedef olan genel başkanı da ayıplamanın ötesinde artık mesele.
Mesele aynı yukarıdaki hadsizlikleri alkışlayıp onaylama meselesinde olduğu gibi, hareketin yalnızca kişilere değil; bunları destekleyen, oraya oturtan, oturmaya devam etmesine rıza gösteren tabana mal olmasıdır.
Düşünceye saygılıyım, herkes benim gibi düşünmek inanmak zorunda hiç değil. Ve demiyorum ki benim gibi oy verin, benim sevdiklerimi siz de sevin, benim gözümle bakın .. Asla!
Ama bir silkinin artık. Kendinize gelin. Muhalefet adı altında bu terör seviciliğini, bu nefreti, “Türkiye ile falanca karşı karşıya gelirse, hiç düşünmem falancadan olurum”a varan nefret dilinizi bi düzeltin!
Telefonlarda 2 trilyonluk lak lak edeceğinize çalışın, üretin. Planınız projeniz olsun sizin de.. Halka iftiraları yalanları değil, bu plan projelerinizi anlatın.
Hadi yapamıyorsunuz, iyi işleri alkışlamayı öğrenin kardeşim.
Aksi halde tablo berbat inanın!
Hatice OLGUN
13 Nisan 2017