ana sayfa hakkımda şiirlerim yorumlar
1
2
3
4
5
tüm yazılarım
facebook | Hatice OLGUN Twitter | Hatice OLGUN
Ana Sayfa
Menü
Öz Geçmiş
Yazılarım
Çizimlerim
Şiirlerim
Fotoğraf Galerisi
Haber & Söyleşi
Yazarlardan
Yorumlar
Bana Ulaşın
Yazılarım / Korona'nın hatırlattıkları.. « geri
Kaçıncı gecemdi bilmiyorum. Artık saat 2, 3, 4 neyse işte, uyku gözümden akıyor ama kahrolası ağrı bir dur bir uyut! O hastane duvarlarının dili olsa konuşsa :( Hiç abartısız, sırtıma bıçaklar sokuluyor ama o da yetmez içinde döndürülüyor..! Odadaki diğer hasta ve yakınını, iniltilerle zırıltılarla rahatsız etmemek için koridora çıkıyorum. Bayıltılmayı, hatta o an ötenaziyi bile aklımdan geçiriyorum. Hemşireler halime üzülüyor ama o saatte doktorumu uyandıramayacakları için nöbetçi doktordan biraz daha morfin için görüş soruyorlar, bekliyoruz. Cevap gelene kadar kaç dakika geçmiş olabilir, bana kaç yıl gibi gelmiş olabilir şu an kestiremedim ama bin şükür ki neden sonra nöbetçi doktor, kendi doktorumun öngördüğü miktarın üzerine çıkarak biraz daha morfin vermeyi kabul ediyor. Zaten gözümden uyku akıyor, hemşirenin iğneyi yapmasıyla sabaha karşı dalıyorum falan. Lafı fazla uzatmak istemiyorum, bu yüzden çoğu detayı inanın atlıyorum ama her zatürre aynı derece atlatılmıyor, bu işler zor. Biliyorum da diyorum, dikkat edin.

Covid 19 namı diğer Coronavirüs’le ilgili kafalar karışık. Pek çok video, hastalık öyküsü dolaşıyor ortalıkta. Ölen de çok, beş gün içinde yendiğini zafer işareti yaparak paylaşan da.

Hatta Doktorların anlattığına göre, sadece taşıyıcı olup kendi başı bile ağrımadan otuz ayrı kişiye bulaştıran var. Anladığım, bu şey önce bir yokluyor; istediği ortamı bulur ve hele direnç görmezse misafirliği uzatıyor, esip dağıtıyor.

Sürecin seyri noktasında kişiden kişiye değişen farklılıkları anlarım fakat açıkçası bir merakım da tedaviye cevap vererek taburcu olan hastaların nasıl hissettikleri.. “İyileştim ama hala şunu şunu yapamıyorum” mu, “ölmedim sürünüyorum” mu, “ilaçlar sonrası yeni şikâyetlerim çıktı” mı?

Vücudun virüse verdiği iltihabi yanıt için kullanılan kortikosteroidlerle aids, sıtma tedavilerinde kullanılan antivirallerin çok da masum ilaçlar olmadığı konuşuluyor. Dolayısıyla kendimden de biliyorum ki bir süreç de ilaçların kırıp döktüğünü toparlamak için gerekiyor.

Benzer bir süreci, çok da uzun olmayan bir zaman önce deneyimlemişliğimin etkisiyle olmalı, 38 yaşındaki İngiliz kadın hastanın “öksürürken ciğerlerimde cam varmış gibi” sözleri bozuk plak gibi bir zaman döndü durdu beynimde.

Sırtımda, yine aynı sağ akciğerimi oyum oyum oydular sanki. Sosyal medyada kendi benzer tecrübemden bahsetmişliğim var ama bugün ilk defa ve biraz daha detaylı yazacağım ki insanlar akciğerinin iki gözü kadar önemli olduğunu kavrasın, dikkat etsin.

2013 Ramazan. Önce en küçük performansta nefesim kesilmeye başladı. Ne ateş, ne öksürük yok, sadece nefes darlığı ve hızlı nabız... İlk şüphelendiğim, kronik demir eksikliğimdi zira demir anemisi de sizi böyle yapar.

Bu sebepten, bir özel hastanede hem dâhiliyeci- hem kardiyolog ve ileri yaşı itibarıyla çok da tecrübeli bulunduğum şehirde meşhur bir hekime gittim (ismini de vereyim Ferruh Gürkaynak Hoca). Hikâyeyi dinledi, röntgen, tahlil neyse verdik.

İşe bakın ki o röntgende bir şey gözükmedi, tahliller de çok anormal olmayınca Ferruh Hoca klasik muayenesi sonrası (artık her gün nasıl inanlarla karşılaşıyorsa) “panik atak” teşhisi koyarak, biraz tavsiye ve birkaç bildik ilaçla birlikte bizi yolladı.

Ama iyi değildim. İki kişinin ortasında, onlara tutunurken bile yürümekte zorlanarak çıktım o hastaneden. Verdiği psikiyatri ilaçlarının hiçbirini almadım bile. Ardından bir başka özel hastanenin kardiyoloğuna gittim (bakın teşhis aşaması bile nasıl bir koşu).

Derdimi anlattım, bir gün önceki röntgene bakıp efor testi istedi. Yürüyüş bandında ağlayarak yığılıp kaldığımı hatırlıyorum. Hemen sedyeye alıp uzandırsalar bile, kalbimin normal atış hızına dönmesi belki yarım saat aldı.

Düşünün ki bütün bu akciğer rahatsızlıklarımın ana sebebi, sonradan anlayacağımız embolim idi ise (ki biriken pıhtıların iltihaba sebep olmuş olması muhtemel) ‘efor’ testi nasıl da ölümcül risk! Ben/ hasta daha düz yoluna yürüyemiyorken..!

Her neyse, ismini unuttum bu kardiyolog da bir taşikardi ilacı yazıp gönderi. Ama dedim ya iyi değildim. O ilacı da hiç almadım. Zaten bir ya da iki gün içinde (nedense hep gece olur ya böyle şeyler) gece yarısı sırtımda dayanılmaz ağrılar başladı.

Kızlarımı uykudan uyandırıp korkutmamak için ağzımdaki olanca dişleri sıkarak ağrıdan gözüm yaşararak ancak saat 5- 6’yı edebildim. Derken bir başka bir hastanenin acil servisine gittik, bu seferki röntgenim berbattı, bu kez ateş 39 üzeri.

O ağrıda yarı baygın aklımda kalan, uzun saçı arkadan toplanmış bir erkek doktor (B. Anadolu Meydan Hast’den) akciğer filmime bakıyor, bizimkilere “çok kötü” diyordu. Asıl doktorumun ismini o verdi, hiç vakit kaybetmeden gitmemizi söyledi.

On dakikalık yol hiç mi bitmez. M. Parc’dan Şevket hocamla o gün tanıştık. Doktordan öte dostumuz oldu, ne kadar yorgun olursa olsun hiçbir zaman anlayışsız davranmadı (ki he seferinde kapısı önünde rahat bir 20- 30 kişi oluyordu diyebilirim)

Gider gitmez yatışımız yapıldı, ağrıkesicilerle sonraki birkaç gün küçük bir rahatlama olsa da antibiyotikler etkisiz kalıp sürekli bir diğeri denendikçe ağrılar da tavan yaptı. Öğrendik ki iyileşmeden önce bir ‘daha kötüye gitme’ süreci olurmuş, hayatta da öyle değil mi.

Hastanedeki kaçıncı gecemdi bilmiyorum. Artık saat 2, 3, 4 neyse işte, uyku gözümden akıyor ama kahrolası ağrı bir dur bir uyut! O hastane duvarlarının dili olsa konuşsa L Hiç abartısız, sırtıma bıçaklar sokuluyor ama o da yetmez içinde döndürülüyor.!

Odadaki diğer hasta ve yakınını iniltilerle zırıltılarla rahatsız etmemek için koridora çıkıyorum. Bayıltılmayı, hatta o can havliyle ötenaziyi aklımdan geçiriyorum. Hemşireler halime üzülüyor ama o saatte doktorumu uyandıramayacakları için nöbetçi doktordan biraz daha morfin için görüş soruyorlar, bekliyoruz.

Cevap gelene kadar kaç dakika geçmiş olabilir, bana kaç yıl gibi gelmiş olabilir şu an kestiremedim ama bin şükür ki nöbetçi doktor neden sonra doktorumun yazdığı miktarın üzerine çıkarak biraz daha morfin vermeyi kabul ediyor.

Zaten gözümden uyku akıyor, hemşirenin iğneyi yapmasıyla sabaha karşı dalıyorum falan. Lafı çok uzatmak istemiyorum, bu yüzden çoğu detayı inanın atlıyorum ama her zatürre de aynı derece atlatılmıyor.

Ben tam olarak ‘ne?’ geçirdim bilmiyorum (zaman zaman aklımı hala meşgul ediyor, bir yere oturtamıyorum) ama batmalar taburcu olduktan sonra da bitmedi. Evde en az bir iki ay sırt üstü ve birkaç yastıkta oturur gibi yattım, abartısız! Normalde sağa sola dönerek ancak uyuyabilen biriyimdir ama bu lanet izin vermiyordu ki.

Sonraları batmalar ve ağrı yerini şöyle bir hisse bırakarak azalmaya başladı; orada, sırtımın üst sağında bir dikiş, bir yapıştırma varmış da kolumu bedenimi hareket ettikçe çektiriyormuş gibi (buna bin kere razıydım, yeter ki o ağrılar bitsindi!).

Bitsindi, bitiyordu da ama tabi benimki yine beni bırakmadı. Asıl o dönemin ardından, kendimi toparlayayım, türlü çeşit ilacın, tomografilerin kalıntılarını etkilerini üzerimden atayım derken üzerine bu kez de daha beter ve ölümcül olan akciğer emboli gelişti.

Size nasıl anlatayım, evimdeki bir odadan diğer odaya kadar birkaç adım yürümek hiç bu kadar zor olmamıştı (iyileştikten sonraki kontrollerime giderken bile, epey bir süre yaya geçidinden yeşil ışığın ilk yandığı anı ayarlamak zorunda kaldım, çünkü ortalarında geçmeye kalkarsam yolu tamamlayamıyor, korna sesleri içinde ortada kalıyordum L).

Derken bu tedavi sırasında 3 ay geçmişti. Artık Kasım’dı, raporum bittiği için iyi hissetmesem de işe gitmek zorundaydım. O zaman tabi asansör yok, zemini sayarsak çalıştığım birim tam 4. kat.

Tek aklımda kalan, o dört katı çıkıp odamdaki koltuğuma oturduğumda, göğüs kafesimi zorlayan kalbimin ağzımda falan attığıdır. Nabız artık kaça çıktıysa, normale dönmesi yine bir yarım saat aldı (hızlı nabız ilk baştaki şikâyetlerim arasında da vardı, ilginç biçimde öksürük ateş başta yoktu).

Bu kez daha yakın olduğu için, kendi doktoruma değil B.Anadolu’dan kardiyolog Filiz hanıma acil gittik. Sürecimi anlattım, USG’de kalbimin sağ yanında büyüme olduğu ve bunun da sağ akciğer embolisine işaret ettiği derhal doktoruma gitmem gerektiğini söyledi.

Şevket Hocam ve kardiyolog arkadaşı, yürümeme bile izin vermeden hemen önce ilaçlı torax BT çekip tıkalı damarı gördükten sonra yoğun bakıma aldılar. O gece zor bir tombolitik tedavi uyguladılar.

Tedavi çok riskliydi, iç kanamaya yol açması an meselsiydi ve beni ilacın verilmesi sonrası kulak, burun, ağız ve vücudun sair yerlerinden kan gelebileceği konusunda bilgilendirdiler. Bütün riskleri imzaladım. Dr’larım vedalaşır gibiydi.

İlacı verdiler bir süre sonra şiddetli taşikardi oluştu, yani kalp ritmi aşırı yükseldi. Aslında beklenen bir durum zira kanınızın kısa sürede çok fazla sulandırıldığını hacimce artıp damarlarınıza, organlara şiddetli basınç oluşturduğunu düşünün.

Bilincimi bir ara kaybeder gibi oldum, başımdaki insanların sesi sanki metrelerce uzaktan geliyordu. Kulağımda, tüm vücutla birlikte yüksek bir basınç hissi. Abartısız, patlamak üzere olan bir balonmuşum gibi, yarı kendimde “şimdi her şey bitti” galiba dedim.

Hemen bir iğne de kalbi sakinleştirmek için yapıldı, şükür vücut cevap verdi ve nabız düzelmeye başladı (o noktada başımda uğraşanlar da rahat bir nefes aldı). Kulaktaki, vücuttaki basınca ilave boğazımda da nohuttan epey iri bir topakla (o neydi, sonradan hep merak ettim) önce tıkanma, ardından çıkmasıyla duyduğum rahatlamayı unutmam mümkün değil.

Ertesi gün doktorlar mucizeymişim gibi bakarak, “bu senin ikinci ömrün, mutlak bir ölümden döndün” dediler. Normal servise alındım ve buradaki bir haftada da damardan kan sulandırıcılara devam edildi (sonrasında da 6 ay evde ağır sulandırıcı, ardından tedbiren ömür boyu aspirin).

Mucize olan tabi ki doktorlarımızın kendisidir ama hele ki bahsettiğim tedavide hastanın tolere gücü, damarlarının durumu ve tabi sigara içip içmediği kısmı çok çok önemliydi (bu sebepten yeri gelmişken sigaraya hayır, içenler kurtarın kendinizi).

Peki, benim hayatta tek dal sigara içmeyip, açık havada bile yakınımda sigara içen varsa yer değiştirdiğim halde bunları yaşamam neydi ;) Elbette tek etken sigara değil ama hakkını verelim bu hikâyeden canlı çıktıysam onu da yine sigara ile mesafeme borçluyum.

En başta dedim ya ölümden döndükten sonra bir de tedavinin (türlü çeşit antibiyotikler, kortizonlu ilaçlar, kan sulandırıcılar, tedavinin yoğun döneminde haftada 2- 3’ü bulan ve normal birinin yılda bir kez çekinmeye korktuğu röntgenler, tomografiler vs)  vücutta bıraktığı tahribatla ilgili süreç başlıyor.

Şükür ölmemiştim ama maalesef ilaçlar bağışıklık sistemimi alt üst etmişti. Bir yıla yakın süre de üniversitede (OMU) birkaç ayrı Prof’a gidip gelerek bunu çözmeye çalıştık. İlaca bağlı lupus üzerinde de duruldu, sonradan “bağışıklık sisteminin iki yüz çeşit hastalığı var, adı konmamışlar dâhil” denilerek uzayınca;

Bununla artık baş edemeyeceğimi anladım açıkçası. Yorulmuştum da.. Ve üzerine radikal bir karar alarak çok kötü olmadıkça hastanelere gitmemeye söz verdiğim bir süreci kendim başlattım. Alternatif yöntemlere ilgim de o zaman başladı.

Çok araştırdım. Gıda intoleranslarımı öğrendim ve sadece o gıdaları kesince bile daha iyi olabildiğimi gördüm. Hacamat, sülük, bentonit kil, combu mantarı gibi doğal- geleneksel yöntemler- ürünlerle ve tabi doktorumla seyrek de olsa iletişimi kesmeden kendimi toparladım.

Şu an akciğerim (röntgende değil, daha ileri yöntemlerle) görüntülendiğinde elbetteki geçirilmiş rahatsızlığımın imzası, izleri orada ve dönem dönem depreşiyor da ama bu saatten sonra dekatlon koşacak değilim diyerek şükür bugünüme.

Hatta çoğu meslektaşın daha basit rahatsızlıklardan Korona sebebiyle daha en başta kamuya tanınan idari izin hakkını kullanmayı tercih ettiği bu dönem hamdolsun işimdeyim. Değil mi ki epeyce rapor da kullandım zaten o dönem, onlara sayıyorum.

İyi mi yapıyorum kötü mü bilmiyorum ama vardiya uygulandığı, işyerimde uygun izole ortam sağlandığı ve özellikle de toplu taşıma kullanmadığım için gelebileceğimi düşündüm. İdari izin daha kötü olmadıkça kullanmam ama daha az risk alarak evimden çalışma elbette ki ilk tercihim olurdu.

Sonuç olarak imkânı olanın evinden çıkmaması en doğrusu malum. Zaten bu can sıkıcı anıları (yazarken ben de tekrar yaşayıp üzüldüm o ayrı ama) paylaşmamın amacı Korona’nın en öldürücü yerleşim alanı olan iki gözünüzün bebeği akciğerlerinizi size hatırlatmak ve bir nevi sarsarak ikazdır.

Bitirirken, ülkemizdeki ilk Korona vakasına bakan ve maalesef hastalığa yakalanınca üzerinde tüm tedavilerin denenmesine izin veren, fedakâr Dâhiliyeci Prof. Cemil Taşçıoğlu’na rahmet,

Başta kendi doktorum/ doktorlarımız ve bütün sağlık personelimize de kolaylık diliyorum. Duamız sizinle, ülkemize, insanlığa.. Bir an önce bugünleri de ‘geçmiş zaman’ ekiyle yazdığımız bir başka yazıda sevimsizce hatırlamak üzere,

Allaha emanet olun.


Hatice OLGUN
haticeolgun2@gmail.com

Yorum Yazın Tüm Yorumlar
Güvenlik
Galeri
Sayfanın tüm hakları Hatice OLGUN’a aittir. 2015 ©
ana sayfa | hakkımda | fotoğraf galerisi | çizimlerim | şiirler | haber & söyleşi | yazılarım | yazarlardan | Yorumlar | bana ulaşın KA İnternet Bilişim Teknolojileri Tic. Ltd. Şti.