Hep bir çifte standart değil mi. Söz konusu karşı tarafın kusurlarıysa pireyi deve yapıyorsun ama kendi kafandaki keli görmüyorsun.
Hatasızlık Allah’a mahsus, hepimiz zaman zaman ‘iğne- çuvaldız’ imtihanında çuvallıyoruz lakin bu hal sık tekrarlamaya başladıysa işler kötü.
Hele ki içinde bulunduğumuz iletişim çağı, iyi tarafından bilgiyi dakikalar içinde fersah fersah taşısa da, yasa/ etik dışı konularda organize olma ve bilgi kirliliği için mükemmel zemin oluşturuyor kabul edelim.
Bu anlamda bir gruba ait münferit bir olay hızla sayısız kere yayılıp toplumda genellenirken, öte yanda bu trafiğe adeta postacılık yapanların, aynı vahamet kendi mahallelerinde tekrarlandığında suskun kalabildiğini görüyoruz.
Misal bir ‘Ensar’ meselesi vardı (nasıl unuturuz ki halen daha yatıyoruz Ensar kalkıyoruz Ensar değil mi). Vakıfta çalışan bir şahsın sapkınlığı her kesimden tepki almış, Aile Bakanlığının da dâhil olduğu davada sanık 508 yıl 3 ay hapisle cezalandırılmıştı!
Sonrasında ise maalesef karşı mahallede (parti otobüslerinin arka koltuklarında vs) ne sapkınlıklar, ne rezaletler kerelerce vuku bulmasına rağmen, dikkat edin biz bu ülkede Vakıfları da, dindarlığı da, Hükümeti de, adaleti de hep Ensar üzerinden konuştuk, konuşturulduk.
Bunları dolaşıma sokanlar bir kez olsun ne olaya her kesimden gösterilen tepkileri ve ne de Türk mahkemelerince sanığa verilen 508 yıl 3 ay hapis cezasından bahsetmedi bile.
Çok geçmeden aynı manipülasyonları bu kez çocuk yaşta evlilik mağdurları için yapılması planlanan yasal düzenlemeler sırasında gördük. Peki neydi o yasa;
Hasbelkader 18 yaş altında evlenerek çoluk çocuğa karışmış fakat kanunlar gereği “küçük yaştakine cinsel saldırı” suçlamasıyla eşlerden erkek olanın hapis yattığı, kadın olanınsa çocuklarla dışarıda sefaleti yaşadığı, ailelerin parçalandığı çoğu Roman mağdurlar hakkındaki düzenleme..
Burada da hatırlayalım aynı grup (belki de pek çoğu işin gerçeğini okuma, anlama gereği bile duymadan), çocuk tecavüzcüleri için af çıkarılacağı yalanını süsleye bezeye bire bin katarak nasıl da yaymışlardı.
Oysa daha önce Meclis’te kendi siyasilerinden biri (yanında kürsüye çıkardığı bir erken evlilik mağduru hanfendiye sorunlarını anlattırmak suretiyle, muhtemel ki bir seçim arifesinde!) aynı düzenlemeyi talep etmiş ve sosyal medyada bir kez bile “tecavüze af” başlığıyla gündem olmamıştı.
Sırf faili yıpratmamak veya karşı tarafa puan yazdırmamak adına; aynı suskunluk terör eylemlerinde, aynı suskunluk yolsuzluk vakalarında, aynı suskunluk siyasetteki başarısızlıklarda ve maalesef aynı suskunluk karşı tarafın takdire şayan iş ve icraatlarında da hep vardı.
Bugünse kadına şiddet meselesinde ‘ilkeli duruş’ dersinden topluca imtihan veriyoruz. Daha doğrusu veremiyoruz çünkü yine faili beğenmedik (beğenmediler)!
Zira kadına şiddet; eğitim/ cehalet, çağdaşlık / çağdışılık, şu parti/ bu görüş üzerinden ve hatta dinen bir cevaz varmışçasına belli bir sosyolojik grupla özdeşleştirilerek tartışılageldiği için bütün bu kriterlerin dışında bir fail portresiyle karşılaşınca sonuç; “dut yemiş bülbül” sendromu!
Önce sunucu İhsan Varol’un eşini darp ettiği konuşuldu. Hiç olmazsa mesele sıcakken Tv Kanalının işine son vermesi veya Camianın tepkisi beklenirken hiç biri olmadı (olan bişey varsa biz yine İftiracı ve troll olduk).
Derken Fox’un sabah programı sunucusu İsmail Küçükkaya’nın eşi (aslında birkaç yıl önce), eşinin kendisine uyguladığı fiziksel ve ruhsal şiddetle geldi gündeme. Hanfendinin dizisi, CD’si çıkacak olsa reklam diyeceklerdi, bunu diyemeyince tuzak dediler.
Dolayısıyla işin vitrininde “esas” olan ‘kadın beyanı’ burada da dikkate alınmadığı gibi, benzer her olayda freni patlamışçasına ideolojik savunma krizlerine giren kitle daha da ötesine cüret ederek Küçükkaya’nın eşine, vicdanlara da hiç yakışmayan ibretlik bir muamele sergiledi.
Kafalarının içinde bunun travmasıyla yüzleşemeden şiddet bu kez Sıla cephesinde patlak verdi. Düşündüler ki Ahmet Kural da muhalifti ama Sıla daha muhalifti. Gezi’yi övmüş, 15 Temmuz sonrası Yenikapı’ya/ Hükümete laf çakmıştı ve sadece bu sebeplerden bile olsa Sıla’nın beyanı esas olmalıydı!
Bu bağlamda görülmemiş bir tepkiyle karşılaşan Ahmet Kural, neredeyse tası tarağı toplayıp yurtdışına kaçma noktasına getirildi. Üstelik Kural, Küçükkaya gibi inkâra yeltenmemiş , (iyidir kötüdür) mazeret bildirir bir açıklama da yapmışken..
Neyse o şey şişede durduğu gibi durmuyor malum, aynı camiada olaylar olaylar... Bu kez de ünlü oyuncumuz, - sıkı muhalif Serminyan Midyat kendisi gibi oyuncu olan kız arkadaşını döverek hastanelik etmesiyle gündem oluyor.
Aslında olaya sadece şiddet demek de yetersiz. Hanfendiyi, şiddetin başlangıcında korkarak sığındığı banyonun kapısını kırıp altında bırakmak ve üzerine tuz biber olarak bir de şiddet uygulamak suretiyle bir nevi savaştan çıkmışa çeviriyor.
Tabi, bir “şortlu kadına tekme” kadar gündem olmuyor, çoğumuz duymuyoruz bile!
Bitmiyor, dedim ya şişede durduğu gibi durmuyor diye. Üstüne yine bir ünlü muhalifimiz, daha son kadınlar günüde bir sayfa edebiyat parçalamış oyuncu Ozan Güven’in de ayrılma aşamasında olduğu sevgilisinin gözüne, dizine vs (muhtemel kendisini hiç unutmaması İçin!) bıraktığı izler düşüyor gündeme.
Hatırı sayılır ses var mı diye şöyle magazin sayfalarına ucundan bakarken bir diğer sıkı muhalif (Kazdağları’dan villa alıp Kazdağları edebiyatı yapangillerden) failin yakın dostu Cem Yılmaz çarpıyor göze ve “tadımız kaçmasın Ali Rıza bey” mealinde bir açıklama(ma) yapıyor.
Bu trafikte başımız dönerken Camianın diğer bir ismi Rubato grubunun solisti (grubu dinlerdim ama solistin adını valla unuttum) evlilik hazırlığı yaptığı kız arkadaşını dövüyor, kadın hastanelik oluyor, şahsın kanları temizlerken videosu çıkıyor vesaire.
Pek çok ünlünün de konuya dair yorumları, kimi imaen de olsa benzer olayları (cinsel fiziksel saldırı) yaşadıkları yönünde oluyor (hatırlayan var mı bilmiyorum, Beren Saat de bir paylaşımında Camiadaki pek çok çirkinliği ifşa etmişti).
İşin garibi, kadına şiddet konusunda mangalda kül bırakmayıp “köydeki Ahmet’le, tornacıdaki Mehmet’e nasihatler veren takımdı bunların hepsi de..
Dün de öğrendik ki HDP Muş Milletvekilinin eşine yumruk attığı, olaydan sonra hanfendinin telefonunu dahi sakladığı kadının ta ki ağrıları artıncaya kadar hastaneye gitmesine de müsaade etmediği ortaya çıktı.
Şaka gibi ama o da geçen sene TBMM’de “Kadına Şiddet” konusunda önerge vermiş. Samimiyet diyorum.. Ne failde var, ne faili koruyanda haksız mıyım?
Nebahat Çehre’yi vaktiyle kaç kere dövmüş Yılmaz Güney’i, ağzı burnu kanlar içinde bulanların anlattıklarından öğrendiğimiz şiddete rağmen, dün sol ideoloji üzerinden Güney’i “kral”laştıran zihniyet bugün de üzülerek görüyoruz ki işin edebiyatında...
Şiddetin ve tabi bütün mühim konuların ideolojisi, toleransı olmamalı. Bir duruş gösterilecekse topluca durulmalı, olay/ fail seçilmemeli.
Zira bu, aslında pek çoğumuzun yaşayıp “aman çocuklar zarar görmesin, ailem yıpranmasın” mantığıyla sustuğumuz hepimizin meselesi,
Potansiyel mağdurlar olan annelerimiz- kızlarımız da hepimizin kıymetlisidir.
Hatice OLGUN
haticeolgun2@gmail.com