ana sayfa hakkımda şiirlerim yorumlar
1
2
3
4
5
tüm yazılarım
facebook | Hatice OLGUN Twitter | Hatice OLGUN
Ana Sayfa
Menü
Öz Geçmiş
Yazılarım
Çizimlerim
Şiirlerim
Fotoğraf Galerisi
Haber & Söyleşi
Yazarlardan
Yorumlar
Bana Ulaşın
Haber & Söyleşi / Deprem Unutulmadı! « geri
En son bir lise arkadaşımdan dinlemiştim 17 Ağustos depremini... Gözleri dolu dolu anlatmıştı iki sene kadar önce; bir ağustos gecesinde yaşadıklarını, acılarını, kayıplarını... Kaybettiklerini sonradan yerine koyma çabalarını... Bu çabalardan asla işe yaramayanları... Sonrasında zaman geçti, konu üzerine bir daha ve daha da fazla konuşmak nasip oldu Akut Başkanı Sayın Nasuh Mahruki ile... Depremi sormak, o zamanki duygu durumunu paylaşmak ve kendi eliyle yazılmış kurtarma hikayelerini okumak... Özellikle de aşağıdakini... Tam da bu gün, tam da insani hassasiyetlerin arttığı bu güzel Ramazan gecesinde, tam da zaten oturuyorken çocuklarımla neredeyse sahura kadar hep birlikte... TRT' nin (17 Ağustos depremini yerinde) anma programını seyrediyorken canlı canlı evimde... Duramadım! Bir Fatiha okuyup kaybettiklerimize, beni fazlaca duygulandıran o kurtarma hikayesini (aşağıda) sizlerle paylaştım. Ne de olsa unutulmamalıydı kaybedilenler, unutulmamalıydı bazılarını bir ömür bırakmayacak olan üzüntüler, unutulmamalıydı aynısını yaşama ihtimalimiz ve unutulmamalıydı Nasuh Mahruki gibi kendi hayatını başkalarının hayatından daha az önemseyenler.

Zaman kavramını tamamen yitirmiştim, 17 Ağustos depreminden sonraki 10 gün boyunca, hepimizin yaşadığı ağır baskı altında da bir anlamı yoktu zaten. Kaç saattir hiç dinlenmeden çalışıyorum, kaç saattir hiç bir şey yemedim, kaç gündür uyumuyorum bilmiyorum. Aklımdaki tek düşünce, Doğuhan’ı bu lanet delikten tek parça çıkartamazsak, bir daha aynada kendi yüzüme eskisi gibi asla bakamayacağım.

Hayatım boyunca pek çok kez ölümle yollarımız kesişti. Çok arkadaşımı dağlarda kaybettim. Son 8000lik denememde, tırmanış partnerim gözümün önünde buz duvarlarına çarpa çarpa 600 metre aşağıya uçtu. Onun düştüğü yerde olduğum halde, ne korktum, ne ümitsizliğe kapıldım, sadece ona yardımcı olamamanın, bir şey yapamamanın çaresizliğini, kramplarını yaşadım. Ve kazmama daha sıkı yapışıp, inişimi sürdürdüm. Ölüm karşısında bu kadar soğukkanlı olabilen ben, Doğuhan’ın iki bacağının altında kaldığı 5 katlı enkazın başında, her geçen saatle, belki de hayatımda ilk kez, önleyemediğim bir şekilde ümitsizliğe yenik düşeceğim ana doğru yaklaşıyordum.

Gölcük’de durum, kelimelerle ifade edilemeyecek kadar korkunçtu. Bazıları yanmış hala dumanı tüten yıkık binalar, tamamıyla enkaz haline dönmüş bir şehir, sokaklarda acılı insanlar, müthiş bir kalabalık ve düzensizlik. Sanki Gölcük’te bir savaş çıkmış da, bombardımandan sonra şehre ilk giren bizlermişiz gibi hissettik kendimizi. Gece varmıştık Gölcüğe. Merkezimizi çarçabuk kurup, enkaz altından ses gelen binaların listesini hazırlamaya başladık. Yanımıza aldığımız mahalleliyle birlikte yıkıntıların arasındaki enkazları kontrol etmek için küçük ekipler yolladık. Sonuç; pek çok enkazda hala canlı var. Bir an önce müdahale etmemiz gerekiyor ancak bazı enkazları kaldırabilmek için gerekli ağır iş makinelerine sahip değiliz. Yanımızdaki kırıcı ve kesici alet sayısı bile çok az. Çevreden, sağdan soldan, hatta dükkanlardan ve Meslek Lisesinden ne bulduysak alıyoruz. AKUT ekibi olarak 9 farklı grup yapıyoruz. Her grubun başında en az bir tecrübeli kişi ve geri kalanı çoğu İstanbul’dan gelen gönüllüler olmak üzere çalışmalara başlıyoruz.

Gölcük’te ilk gittiğim enkaz çok tehlikeli bir durumdaydı, ortadan içeri doğru çökmüş, her an geri kalanı da yıkılacakmış gibi duran bir bina ve en alttan gelen bir çocukla bir kadının sesi. Sanırım 6-7 yaşlarında bir kız çocuğu ve annesi. Yanlarında bir üçüncü çocuk daha varmış ama ondan artık ses alamıyorlarmış. Birbirimizi rahatlıkla duyabiliyor ve konuşabiliyorduk. Ancak onları nasıl çıkarabileceğimizi bilmiyorum, vincimiz olmadan bu çalışmayı yapamayız ve enkaz o kadar dengesiz duruyor ki, her an henüz çökmemiş bölümler yıkılabilir gibi görünüyor. Merak etmemelerini ve artık kurtarma ekiplerinin geldiğini ve onları oradan çıkaracağımızı söyledim, söylemek zorunda kaldım. Acı dolu, çaresiz, yakarışlarını dindirmek, onları biraz olsun rahatlatmak için belki de hayatımda ilk kez bile bile yalan söyledim.

Enkaz ile ilgili raporu merkeze iletip, başka enkazlara gittik ve hemen hemen her yerde buna benzer trajediler yaşadık. Pek çok enkazdan ses geliyordu ve ne yazık ki bizim gücümüz bunların çok azına yetecek kadardı. Buluşma noktamızda toplanan bilgiler ışığında küçük kurtarma grupları enkazlara dağılıyor ve zamana karşı inanılmaz bir mücadele başlıyor.

Doğuhan’ın sıkıştığı enkaza Sertaç’la geldiğimizde yapabileceklerimiz elimizdekilerle sınırlıydı. Çocuk, yaklaşık 60 cm yüksekliğinde, 150 cm genişliğinde ve 5 metre derinliğinde yatay bir tünelin içinde sıkışmış. Hemen yanındaki kanepenin üzerinde yatan bir akrabası tavanın altında kalmış. İlerleyen saatlerde, ezilmiş cesetten gelen koku ve kan gittikçe dayanılmaz bir hal alacaktı. Doğuhan’ın iki bacağının üzerindeki kolon ve bu koltuk üzerlerine düşen 5 katlı binayı taşıyor. Yapmamız gereken şey çocuğun bacaklarını kolondan kurtarmak ve onu dışarıya çekmek. Ancak o kadar zor bir yerde sıkışmış ki, içeride çalışmak bile son derece zor ve zahmetli. Daracık mekanda çocuğun üstüne abanarak bacaklarının üzerindeki ütü tahtasını, yatağı ve alttaki koltuğa benzer şeyi parçalamak için sırayla girip çalışıyoruz. İçerisinin sıcağına ve havasızlığına en fazla 15 – 20 dakika dayanabiliyoruz. Bir yandan da zemindeki 5 cmlik marley ve sıvayı da söküyoruz. Düşüncemiz, bu 5 cmyi boşaltarak çocuğu biraz aşağıya alabilmek.

Doğuhan’ın durumu, diğer pek çok enkazdakinden çok daha zor, teknik ve uzun bir kurtarma gerektirmesine rağmen, onu orada bırakıp başka enkaza gidemedik. Aranızda duvarlar olan bir sesle, göz kontağına, yakın temasa girdiğiniz bir insanın size olan etkisi bambaşka. Saatler ilerledikçe, 17-18 yaşındaki bu talihsiz çocuğun direncine hepimiz hayran kaldık. Hepimizi engellenemez bir kararlılık dalgası sardı. Ne olursa olsun bu çocuğu bu delikten çıkaracaktık, hem de tek parça olarak.

Zamanını tam olarak hatırlamıyorum. Saatlerdir Doğuhan’ın başında bekleyen ambulansın sorumlusu Doktor Levent, kriz masasına gidip, destek olarak bir Rus ekip getirdi. Ruslar durumu inceleyip bacaklarının her ikisinin de kangren olduğunu ve bir an önce kesilerek çocuğun çıkarılması gerektiğini söyledi. Ancak pozisyon o kadar kötü ki, bacaklarını kesmeye karar versek bile, ki ben bu fikre karşı çıktım, içeride bu operasyonu yapacak alan yok. Daha sonra, uzman bir ortopedist geldi, onun önerisi de kan kaybından dolayı çocuğu kaybetmemek için, her iki bacağı en fazla 60 saniye içinde kesip çok hızlı bir şekilde çocuğu ambulans yetiştirmek oldu. Ancak bu işi nasıl yapacağımızı kimse söyleyemiyor. Eğer kesmeye karar verirsek, bu işi Cem’le ben yapacağız. Çünkü ancak onunla ben sığabilirim bu daracık mekana. İki bacağın birden kesilecek olması, bu işi yapmak için uygun ekipman olmaması ki, demir kesme makinesi, ağaç kesmek için kullanılan tel testere yada iri bir bıçaktan başka alternatifimizin olmaması gibi pratik sorunlar da ortaya çıkınca, bu kararı sadece çocuğu kaybetme sınırına gelirsek uygulamaya karar veriyoruz. Çocuk dayandığı sürece biz de dayanacak ve çalışmaya devam edecektik.

Kaçıncı gece olduğunu hatırlamıyorum. Yanımıza gelen vatandaşlar, hemen yakınımızdaki bir binadan ses geldiğiniz söylüyorlar. Bunun üzerine, iğneyle kuyu kazmaya benzer işi diğer arkadaşlara bırakıp, Sertaç’la birlikte bahsedilen binaya gidiyoruz. Gerçektende bu enkazın altında hala sağ olan bir kadın ve ne yazık ki ölmüş çocuğu var. Hemen müdahale ediyoruz. Makinemiz olmadığı için yaklaşık 2 saat kadar uğraşıp, ellerimizle, çekiçle, keskiyle bir delik açıp önce, anneye fark ettirmeden çocuğun cesedini alıyoruz. Kurtarma boyunca kadıncağız, ona su verdiğimiz için ya bize dualar ediyor ya da oğlunu soruyor. Aynı yatakta yatmalarına rağmen kadın yan sıkıştığı için, hemen arkasındaki çocuğunu göremiyor ve öldüğünü bilmiyor. Bir kez daha yalan söylemek zorunda kalıyorum. Kadına onu çıkarttıktan sonra çocuğunu bulacağımızı, muhtemelen daha içeride olduğunu, hiç merak etmemesini söylüyorum. Kadını çıkartıp hemen bekleyen ambulansın doktorlarına teslim ediyoruz ve tekrar Doğuhan’ın yanına dönüyoruz.

Çalışma koşullarının teknik zorluğuna ve fiziksel zahmetine, bir de çocuğa bağlanan serumun daracık mekanda bizi engellemesi ve kan zehirlenmesi olasılığına karşı zamanın her geçen dakika aleyhimize işlemesi de eklenince, yapmaya çalıştığımız operasyon yavaş yavaş hepimizi psikolojik sınırlarına getirmeye başlıyor.

Hiç durmadan devam eden çalışmaya rağmen, Doğuhan’ı bir türlü çıkaramıyoruz. Vinç kullanarak üzerindeki 5 katı teker teker alıyoruz ve en son kata kadar iniyoruz. Artık çocuğun üzerinde yalnızca üst katın tavanı var. Onu vinçle almak riskli olacağı için, Hilty dediğimiz büyük kırıcılar ile dikkatli bir şekilde delmeye başlıyoruz. Artık alttan ve üstten çalışma yapan gruplar birbirini görüyor, ancak çocuğun bacakları hala kolonların altında..

Bu arada bir ihbar daha alıyoruz, yine hemen yakınımızdaki bir binada canlı olduğu ihbarı geliyor. Gündüz vakti olduğu için hemen kalabalık bir ekip duruma bakmaya gidiyor. 7-8 yaşlarında şirin mi şirin bir kız çocuğu ve babaannesi kısmen yıkılmış bir binanın ara katında mahsur kalmışlar. Küçük kız duvarların arkasından, enkazın altından bile o kadar sempatik konuşuyor ki, bütün yorgunluğumuza rağmen hepimizi bir güç dalgası sarıyor. Ben, artık ölümle şahsi meselem haline getirdiğim Doğuhan’ın yanına dönerken, Saydun, Sertaç ve Rus kurtarmacılardan biri çalışmaya başlıyor ve 1.5 – 2 saatlik bir çalışma ile onları çıkarıyor.

Ekibimize yeni katılan BÜMAK’lı çocuklarla birlikte, Doğuhan’ı alabilmek için yeni yöntemler deniyoruz. Sol bacağı kolonun altında kalan bir yatağın altına sıkışmış. Yatağı parçalamaya çalışıyoruz, ancak daha sonraki günlerde de öğreneceğimiz gibi, kurtarma yaparken bizi en çok zorlayacak iki şeyden biri, yaylı yataklar oluyor, diğeri de buzdolapları. Bu iki ev eşyası, tünel kazarken eğer yolumuza çıkarsa, işimizi ciddi şekilde zorlaştırıyor ve zaman kaybettiriyor.

Ali Nasuh Mahruki

Not: Yukarıdaki kısım, o kurtarma hikayesinin ancak yarısı. Tümünü buraya sığdırmaksa; belki biraz kafa karıştırıcı ve sanki biraz da yazanın emeğine eksik saygı... Bu sebeplerden diyebilirim ki kalanı için Sayın Mahruki'nin resmi sitesini ziyaret edebilir ve aşağıdaki linki kullanabilirsiniz.

Bir daha yaşamamak dileğimizle ve kurtarma çalışmalarında görev alan tüm iyi insanlara teşekkürlerimizle;

http://www.nasuhmahruki.com/?inc=haber.inc&id=11
Yorum Yazın Tüm Yorumlar
Güvenlik
Galeri
Sayfanın tüm hakları Hatice OLGUN’a aittir. 2015 ©
ana sayfa | hakkımda | fotoğraf galerisi | çizimlerim | şiirler | haber & söyleşi | yazılarım | yazarlardan | Yorumlar | bana ulaşın KA İnternet Bilişim Teknolojileri Tic. Ltd. Şti.