|
|
|
|
|
|
“Haber- Söyleşi” bölümünün en son yazısında soyayı konuştuk. Bir nevi soyanın şimdiki durumundan ve ülkemizdeki bir türlü oturmamış mevcut konumundan haberdar olduk. Yine yazıyı sonuna kadar okumuş olanlar da hatırlayacaklar ki “soyada iç üretimin önünü tıkayan sebepler” konusunu da sonraya ve bir başka yazıya bıraktık. İşte “o sonra” şimdi” ve “o bir başka yazı da budur “ diyerek ilgili iki yazı arasında bağlantıyı sağladıktan sonrasını aşağıda paylaştık.
Soyanın önemini biraz daha fazla açıp da çok fazla sözü uzatmak istemiyorum. Zira soya; aslında sözü uzun etmeye de bilmiş bir tavırla saatlerce ahkâm kesmeye de müsait bir bitki. Ne olsa Uzakdoğu insanı tam 4000 yıl kadar önce kendisi için söylenebilecekleri basit bir isim tamlamasıyla halletmiş ve "uzun söze ne hacet" hesabı, soyaya zaten “mucize bitki” demiş.
Bu mucize bitkinin 400’ü aşkın alanda kullanıldığı bir önceki yazıyı okuyanlar için bir tekerrür olsa da önemini pekiştirmek adına şu anda gereklilik. Bu kadar çok alanda kullanılan, yüksek endüstriyel öneme sahip ve ikamesi neredeyse mümkün olmayan soyada; ihtiyacın önemli bir kısmını ithalat yoluyla karşılıyor olmamızsa ne kader, ne de başka ülkeler lehine milliyetçilik… Sadece (her hangi bir yolla) karşılanması muhakkak şart olan ihtiyacın, içeriden karşılanma ihtimalinin azlığını gösterir önemli bir tespit.
Neden Üretemiyoruz?
Bu konuyu netleştirebilmek ve Türkiye’de soya üretiminin önünü tıkayan engelleri anlaşılabilir biçimde ortaya koyabilmek için önce sorunları ikiye ayırmak gerektiğini düşünüyorum ki onlardan ilk grup; tarımın genel sorunları, yani “tarımsal üretimin önündeki” engeller olarak belirtilebilir. Bir diğer grup ise doğrudan “soya üretiminin önündeki” daha spesifik engeller olarak iki gruba ayrılabilir.
Birinci grup, yani tarımsal üretimin genelinin önündeki engeller; ne ekerseniz ekin karşınıza gelen ve yıllardır zaten dile getirilen nedenlerdir ki bunların en başında da girdi fiyatlarının her yıl biraz daha artan oranlarda yüksek oluşu gelmektedir. Peki, nedir ve hangileridir bu girdiler? Hemen söylemeliyim ki bu girdiler; tohum, gübre, zirai ilaç, işçilik, mazot, alet- makine ve de bazı durumlarda (mesela mülk başkasınınsa) toprak kirasıdır.
Miras yoluyla arazi parçalanması, bu durumun mekanize tarımı ve üretimde verimliliği zorlaştırması ve işletmelerin (ne yazık ki) karlılığı sağlayamayacak kadar küçük ölçekli olması da yine bu birinci gruba dâhildir. Ayrıca; düşük destekleme miktarları, zamanında açıklanmayan ve yine düşük bulunan taban fiyatları, iyi bir üretim planlaması öngörüsüyle (mümkün olduğunca) dengelenemeyen arz- talep dalgalanmaları ve bunların küçük üreticiye daha şiddetli yansıması da devletin tarım politikalarıyla ilgili memnuniyetsizlikler olup yine bu ilk gruba dâhil olarak ele alınmaktadır.
Ve aslında az önce bir daha ifade ettiğim gibi bu grup yalnızca (birazı hala ikna’ya çalışılan müstakbel) soya üreticisinin sorunu değil, tarlasını her hangi bir ürünle değerlendirme çabasındaki tüm üreticinin sorunudur. Yani bu grup sorunlar yalnız soya üreticisini değil; soğan- pancar- elma- patates- domates vs. vs. üreticisini de aynı anda vurur.
Gelelim “soya”ya has üretim engellerine…
İki haftadır (daha önceden bahsettiğim) bir organizasyon dâhilinde bizzat yöre çiftçisiyle görüşme imkanı bulduk ve bulmuşken sorduk; soya üretmeye sıcak bakmayışınız neden? Gittikçe daha büyük önem arz eden, bulunulan havza itibarıyla (en azından geçmiş yıllardan fazla) desteklenen, yeni de olsa TMO tarafından alım garantisi verilen ve uzun vadede topraklarınızın sömürülmüşlüğüne çözüm vaat eden, hatta sonraki bitki için kesinlikle iyi gelen soyayı neden üretmiyorsunuz?
Samimiyetle cevapladılar. Aslında cevaplamaktan öte, zaten bildiğimiz şeyleri bize bir kez daha tekrarladılar ve soya konusunda spesifik olarak ele alınabilecek bazı engelleri aşağıdaki gibi sıraladılar;
* Çiftçi haklı olarak daha karlı ve daha fazla para getiren ürünlere yönelmeyi tercih etmektedir. Kar söz konusu olduğunda ise soyanın yarışabileceği sayılı ürünlerden olan (örneğin) hububatı soya ile kıyaslamakta, daha az sulama gerekliliği hububat ekimi lehine sonuç arz etmektedir. Yani çiftçi bugünü kurtarmakla meşgulken, soyanın uzun vadede toprağına katkılarıyla pek de ilgilenmemektedir.
* Çiftçi bazı riskleri göze alıp soya ekmeye karar verse dahi; halen oturmamış bir ürün olan soyada, tohum ve bakteri gibi bazı girdileri nereden karşılayacağını bilememektedir. Örneğin; Toprak Gübre Araştırma Enstitüsü tarafından ancak Ankara’dan sağlanabilen ve özellikle ilk yıl için soya veriminde gerekliliği bilinen “soya bakterisi” ni yerel bazı birliklerden ve kuruluşlardan daha ulaşılır yolarla sağlayabilmeyi önermektedir.
* Çiftçi üretim sonrasında ürünü elden çıkarma konusunda sorun yaşadığını belirtmekte, Toprak Mahsulleri Ofisi’nin bu yıl itibarıyla sözünü verdiği “alım garantisi”ne de geçmiş yılların olumsuz tecrübeleri nedeniyle temkin göstermektedir.
* Çiftçi soyada (yine elden çıkarma aşamasında) gerek muhafaza ve gerekse de satış sırasında % 13’ten “yüksek nem” oranı sebebiyle güçlük yaşamakta ve Karadeniz Bölgesi’nin erken yağışlarıyla % 20’leri gören nem oranını aşağı çekmekte zorlanmaktadır.
* Söz konusu nemin hasat sırasında istenen seviyede olmasının (yani gecikmeyen hasadın) “erkenci” çeşitlerle mümkün olacağını düşünmekte ama; gerek (sertifikalı tohum sağlama yetkisindeki) özel sektör tekeli ve gerekse de yerli çeşitler arasından bölgeye uyum sağlayanların yetersizliği yüzünden tohumda çok fazla alternatife sahip olmadığını (haklı olarak) düşünmekte, kendisine her fırsatta bahsedilen ve erkencilik sağlayan çeşitleri nereden ve nasıl temin edebileceğini bir an önce bilmek istemektedir.
* Yine yüksek nemle alakalı olarak çiftçi; hasat sonrası uygun (20-22 derecenin altındaki sıcaklıkta ve nispi nemi % 60’ın altında) altyapıya sahip olmadığını belirtmekte, kendi imkanlarıyla düşürmeyi çoğunlukla başaramadığı nemin de (alımdan hemen sonra) devlet yada birlikler eli ile profesyonel ortamlarda düşürülmesini arzu etmektedir. Dolayısıyla da çiftçi; soya üretiminin onca güçlük ve belirsizliklerine bir de “hasat nemi yüksekliği” kısıtlayıcılığının eklenmiş olmasını, soya üretmesinin önündeki engellerden bir başkası olarak göstermektedir.
* Büyük çiftçlik sahipleri haricinde, geçimlik ve hatta ortalama kategorisinde bulunan üretici için soya, ayrı bir mekanik donanım gerektirmekte ve (fakat) çoğunluğu oluşturan orta ve düşük ölçekli işletme sahibi çiftçiler henüz soya hasat edebilecek yada ekebilecek donanıma sahip görünmemektedir.
Ve aslında her ne kadar gönlümüz GDO'lu ürün yerine güvenli iç üretimden yanaysa da... Her ne kadar ithalatın azaltılması, ülkesini seven- daha özgür dış politika arzu eden her birimiz için en azından bir konuda dışa bağımlıklıktan kurtuluşla eş anlamlıysa da... Her ne kadar bunca mesleki çaba ve iyi niyetin karşılığını almak sevincimize sevinç katacaksa da...
Soyada iç üretimin artması ve erken dönemde dışa bağımlılıktan kurtulunması (bütün bu meseleler aşılmadan) oldukça "güç" görünmektedir. |
|