|
|
|
|
|
|
Müdahale edilebilecek durumlar vardır hayatta,
Ve sen bazı kararlar alabilirsin sınırlı iradenle. Yemeğe bir tutam tuz atabilirsin, sobaya bir odun daha... Musluğu açabilir, musluğu kapatabilirsin mesela.
Akşam otobüsü yerine, sabah otobüsüne binebilir, tren yerine uçak bileti alabilir, otomobilinle kestirme yolu tercih edebilirsin… Kilo verebilir, kilo alabilir, görüntünü baştan aşağı değiştirebilirsin icabında.
Çok sıkarsa, yedinci kattan bile atlarsın balıklama. Atlama kararı sana aittir ama atladıktan sonrası seni biraz aşar.
Yani onuncu kattan da atlasan; daha düşmeden havada ölmek, sakat kalıp ömrü billah sürünmek yada yoldan geçen bir başkasının ölümüne sebebiyet vermek seçenekleri tamamen senin dışındadır.
Ve hatta ölmeyi seçmiş olmana rağmen, alt kat balkonlardan birinin çamaşır ipine takılıp şans eseri kurtulman dahi ihtimal dahilindedir ve aslında son kararı veren asla sen değilsindir.
Bazı şeyler seni de aşar, senin üstündekini de... Bazı şeyleri yalnızca Allah bilir, o karar verir. Zamanlama ona aittir. Mekana, renge ve şekle.. Yaşamaya, ölüme ve o ölümün şekline...
Yağmura, fırtınaya, yangına, sele.. Kazaya, cinayete ve depreme...
Depreme karar verdi bir kez daha.
Ve sonra deprem sırasında kimin şehir dışında olup, kimin depremi birebir yaşayacağına…
Daha bir yıl önce çekilen kurada kimin öğretmen olarak buraya atanıp, yerle bir olacak bir binada o saat o dakika “öğretmenler toplantısı”na katılacağına…
Kimin üniversiteyi burada okuyup yıkılmayan bir yurtta kalacağına ve kimin son anda yurttan vazgeçip, enkaza dönecek bir öğrenci evinde kiracı olacağına...
Evi sapasağlam olan ailenin, depremden aynı sağlamlıkla çıkacağına.. ama o aileden tek kişinin bir internet kafede enkaz altında kalacağına ...
Deprem sırasında; kimin uykuda, kimin banyoda, kimin parkta olacağına ve kimlerin komşu kadının evindeki altın gününde, kimlerin Sivas’tan üç beş günlüğüne geldikleri izinde depreme yakalanacaklarına...
Hatta aynı masada oturan iki kişiden kimin merdiven boşluğuna doğru koşup sağ kalma şansını sıfırlayacağına, kimin balkona doğru koşup oradan (daha ilk gün) kolayca kurtarılacağına...
Enkaz altında kimin sesini duyuramayıp, kimin kimin cep telefonundan “hayattayım” mesajı yollamayı başaracağına ve o mesajın onca şebeke problemi arasında gideceği yere sorunsuz ulaşacağına..
Hatta aynı göçük altındaki bir bebeğin anne yada babasından hangisinin yaşayacağına, kimin depremden hemen sonra, kimin 68 saat sonra, kimin 108 saat sonra kurtarılıp...
Kimin kolu kesilerek, kimin küçük bir sıyrıkla ayrılacağına da... Vesaire, vesaire..
Aslında hepsi bu; “ol” dedi ve oldu sonra…
***
“Ol” der ve olur, inancımız sonsuz da…
Peki, eli kolu bağlı oturmak, hedef tahtası gibi öylece durmak inanan insan işi midir ya?
Öylece durmalı mıdır insan, olacak 'nasıl olsa' olacaksa.. ve yapılacak hiçbir şey olmamalı mıdır böyle zamanlarda?
Ve insan kendi elini kolunu kendisi mi bağlamaktadır bir bakıma; kadere inanmakla, tam teslimiyetle ve tevekkel olmakla..
Elbette hayır. İnsan sağlam evler yapmalıdır mesela. Fay hattına rastlayan şehirler kurmamalıdır mümkün olduğunca. Çok katlı binalar tercih etmemelidir tehlike söz konusuysa.
Bedenine iyi bakmalıdır, hastalıklar için önlem almalıdır keza. Fırtına- sel- yangın- kaza ve depremi hesaba katmalı, alabileceği her türlü önlemi (her durum için) almalıdır mümkün olduğunca.
Buraya kadar yapılan; “işi sağlam kazığa bağlama” kısmıdır bir anlamda. Yapabileceklerimizin hepsini yapmak ve sonuçtan bizzat sorumlu olmamaktır tevekkül babında.
Ama gel görelim ki... Sen sağlam ev yaptıktan… Ehil bir müteahhit bulduktan… En azından çok katlı binalardan uzak durduktan… Depremde (ve her olağanüstü durumda) yapabileceklerini külliyen uyguladıktan sonra…
Deprem gelip seni iki dakikalığına gittiğin bir süpermarkette.. iki saatliğine gittiğin komşu kadının depreme dayanıksız evinde.. yada iki günlüğüne gittiğin bambaşka bir şehirde de yakalayabilir ki,
İşte bundan sonrası (kim ne derse desin) düpedüz kaderdir ve dense dense "Allah göstermesin" denilebilir..
Bir daha yaşamamak dileğimle, |
|