ana sayfa hakkımda şiirlerim yorumlar
1
2
3
4
5
tüm yazılarım
facebook | Hatice OLGUN Twitter | Hatice OLGUN
Ana Sayfa
Menü
Öz Geçmiş
Yazılarım
Çizimlerim
Şiirlerim
Fotoğraf Galerisi
Haber & Söyleşi
Yazarlardan
Yorumlar
Bana Ulaşın
Yazılarım / Ve Uzlaşacağız.. « geri
Bu da bir dönem ve bu dönem de kendi mağdurlarını oluşturacak. Ve yarın öbür gün bu mağdurlar da kendi mağduriyetlerinden, ötekinin önceliklerine “saygı” çıkarımı yapacak. “Yansıyan diş ağrısı” gibi tıpkı, karşı mahallenin bütün o enfekteli özgürlük alanları, diğer tarafın “diş”ini ağrıtacak. Ve sonra göreceğiz ki bu “mahalle”lerin nerede başladığı, nerede bittiği belirsiz..

Epeydir aynı düşüncedeydim. Hele de Mevlid Kandilini idrak ettiğimiz son günlerdeki hissiyatımla baktım ki.. Bu düşünceleri içime dolduran, elime de iyi kötü bir yazma imkanı vermişse yazmasam olmayacak, yazmazsam hesap soracak.

Zira hissettiklerim (dolayısıyla yazmaktan bahsettiklerim) hepimizi, dünyada olma nedenimizi belki de oturmuş ezberlerimizi ilgilendiren şeyler. Ve Müslümanlık deyince, öyle “fetva”lar verecek, yönlendirecek ne bir sıfatım, ne de yeter bilgim var. Sadece samimi bir inanan gözünden, samimiyetsizliklerimizi yazabilirim.

Muhafazakâr bir ailede büyüdüm. Dini eğitim adınaysa altı yaşında Kuran-ı Kerim okumayı sökme, ardından Yasin-i Şerif’i ezberleme ve evdeki dini kitaplara belli bir aşinalık saymam mümkün kendimde.. Zeki bir çocuktum, öğrenmemde sorun yoktu. Ama bizim oralardaki asıl sorun, dini şekle indirgeyen tutuculuktu.

İnkar etmiyorum.. Mahallenin bizimkilere, bizimkilerin de bize “Aman yalan söyleme..Çalma, aldatma, üzme, kırma!”uyarılarından çok daha önce gelen “ille bu’nu giy” ama “kemiklerini kırarım şu’nunla sakın dışarı çıkma” baskısı... Belki de bu yüzdendi; çocukluğumu eksik yaşadığım ve karşılıklı birbirimizi fazlaca üzdüğümüz baba evinden bir kurtuluş gibi algıladığım o erken evliliğe karşı çıkmayışım da..

Derken zaman geçti, ben de ebevyn oldum. O zamanlar “sevgi, çok ama çok sevgi” yerine, daha çok bir gardiyanın kızgın ve kontrolcü yaklaşımıyla davranan (belki buna mecbur kalan) ailemle çok güzel çocukluk anıları da bulamadım sonraları beynimde..  Kim bilir belki daha sonrası; o eksik- o sıkıntılı çocukluğu dahi aratır olmasaydı, tutup (geçmişle mutsuz olmama- etmeme kararı verdiğim) bir gün onları da anlayamaz ve belki fazla direten bir evlat olarak onları kendi üzmüşlüğümü de göremezdim.

Zaten gördüm ki suçlu onlar değildi. Suçlu o “mahalle”ydi. O mahalleden geçen her “öteki- açık” kadına, geçtiği bir dakika içinde elli ayrı telin cümlesi kurabilen ve onun kendi ölçülerinde giyinmemişliğine oracıkta bir iffetsizlik elbisesi biçen kadın(cağız)lardı suçlu. Onları öyle yetiştirenler, onları yetiştireni de öyle yetiştirenler ve daha ötesindeki faillerdi belki. Kısacası suçlu bir değil, beş değil; mezarda yatanından, sokakta dedikodu yaptığı ağzını bir yandan da yemenisiyle saran’ına.. Koca bir insan silsilesiydi..

Onlara, o mahalle denetçilerine göre; bir kadının hayırları, iyilikleri, sadakası, güler yüzü, insanlığı, cömertliği, merhameti, saygısı, sabrı, çalışkanlığı ve hatta namazı, duası değil.. Hayır, bunların hiç biri ama hiçbiri değil.. İlle de giydikleri belirlerdi iyiliğini de, kötülüğünü de.. Bir dakikalık geçiş anı hoşa gitmediyse, bir ömürlük gayret dahi beş paraya dönebilirdi o saatte.

“Kadıncağız”lardı dedim ya, onlar da ayrı birer mağdurdu zira.. Özde iyi kadınlardı ve çok da bakmamak lazımdı aslında; öyle küçülen gözlerle normallik sınırlarındaki bir urbayı bile kınamalarını, “taş yağacak” fısıldaşmalarını, “kızını şurda- şöyle gördüm” ispiyonlarını.. Normalde ayağına diken batsa, canın yansa koşarlardı. Sadece öyle görmüş- anlamış ve “ne kadar kınama- o kadar inanma” sanmışlardı İslam’ı da...

Ama o “mahalle”ye uyamadım. Sonraları, neden hiç  anlamadım.. Oysa ben de hep çok inandım, inançlı biri oldum kendimi bildim bileli çünkü. Yanlışlarımı yaparken de, cahiliye dönemimde de, öfkeliyken de, hayat mecburiyetleriyle hiç istemeden birilerini kırarken de, hayat beni bir şeylerle çok fena sınarken de.. İyi damarım hep burada, yerindeydi. Sahi ben hayatta, bile isteye ne kırmak, ne üzmek, ne hata etmek istemedim herhalde.

Özde iyi olmakla işin bittiğini de düşünmedim öte yandan. Yeri geldiği zaman sıkça ifade ettiğim bir konudur;“ibadet olsa da olur olmasa da, hatta örtünme şart değil, kalbin temiz olsun yeter ki..” duruşunda hiç değilim bu bakımdan.

Temiz bir kalbe altın değeri biçmekle beraber; ne bildiklerim, ne idrakim bu kadar sığ bir yetinme ile “manevi mesafe” kat edilemeyeceğini çoktan öğretti. Ve ben; öz temizliğinin kulluk vazifeleriyle desteklenmesi gerçeğini… Bir dünyevi kurumun bile yaptırımlarına- disiplinine uyum sağlayabilen bizlerin, fazlasını vaat eden din kurumu için de belli bir mesai harcaması gereğini çoktan öğrendim.

Dolayısıyla; ibadetlerimi elden geldiğince ifa’da isem de eksiklerimin ve hakkıyla yapamadıklarımın hep farkındayım. Yani ben; ne mükemmellik iddiasında, ne telkin makamında, ne de “piştim-oldum” tavrındayım. İslam’ı “salt” şekle indirgeyenlerden pek hazzetmediysem de, “öz ve görünen” ikilisini at başı yürütebilen “samimi mesture” hanımlara yürekten saygılıyım.

Kendim gibi olmayan konusunda bu kadar değil elbet... Mesela içki görmediğim- bilmediğim bir şey ve teoride alkole karşı duruşluysam da, adabıyla içeni- alkollü suç işleme makinelerinden ayırma noktasında muhakeme sahibiyim. İbadet ve inanç özgürlüğü gereğine yürekten katılırım. Ama bunu sadece kendi dinim için bir vize ve bir kendime yontma biçimli algılamam; başka din ve inançlara da- inanmayana da gerçekten saygılıyım.

Bir haber programında, darbe süreçlerinin (özellikle de 28 Şubat sürecinin) mütedeyyin kesime ilişkin baskılarından bahseden Nagehan Alçı’ya “ne baskısı” tavrıyla öfkelenip; “sen de başını ört o zaman” ipe un serişine kadar götüren Can Ataklı gibilere cevaben de rahatlıkla “şu anda başımı örtmüyor olabilirim ama; başörtüsüne kamuda, okullarda ve her alanda özgürlükten yanayım” derim..

Belki de o “mahalle”ye borçluyum, bugün özgürlükleri anlama ve baskılara başkaldırma noktasındaki direncimi. Belki de “öteki”ni anlamamı sağlayan, benim de ötekileştirildiğim günlerdi. Belki o baskıyı yaşamasam, bugünün şartlarında zuhur eden karşı baskıya da sesim çıkmayacaktı.

Ve ne hoş… Ben belki de o “mahalle”ye teşekkür etmeliyim. Gerçi nerede bulacağım ki? Şimdilerde o mahalle yok. O mahallenin mensupları bugün yaşını başını almış, o zaman tepki gösterdiği farklılıkları kınamak yerine çoktan kanıksamış ve çok daha hoşgörülü bir noktaya taşınmış teyzeler, amcalar olmuşlar. Sarılmışız hatta farkında olmadan, birbirimize öyle garip garip bakmak şöyle dursun, birlikte başka garipliklere bakar olmuşuz.

Memlekete her gittiğimde kendi yakınlarımdan, kıymetli anne- babamdan ve hatta arada görev vesilesiyle misafir olduğum kırsal kesim köy insanlarından biliyorum. O “mahalle” bugün hiç olmadığı kadar kucaklayıcı. Sorun şimdi “öteki mahalle”de. Bugün de onlar vuruyor Abalı’ya...  Aba’sı kendi gibi olmayana…

Ama çözülecek biliyorum, kesinlikle çözülecek inşallah… Bu da bir dönem ve bu dönem de kendi mağdurlarını oluşturacak. Ve yarın öbür gün, bu mağdurlar da kendi mağduriyetlerinden, ötekinin mağduriyet ve önceliğine “saygı” çıkarımı yapacak.

“Yansıyan diş ağrısı” gibi tıpkı, karşı mahallenin bütün o enfekteli özgürlük alanları, diğer tarafın “diş”ini ağrıtacak. Ve sonra göreceğiz ki bu “mahalle”lerin nerede başladığı nerede bittiği belirsiz..

Bakacağız ki “mahalle” hepimizin ve yeterince büyükmüş zaten. Anlayacağız ki vatan manasında da başka “mahalle” yok.

Ve uzlaşacağız)

Sevgilerimle.


Not: Yazı “samimi bir inanan gözünden, kendi samimiyetsizliklerimizi yazma” vaadini henüz yerine getirmemiş olduğundan burada bitmemiştir:) Bu sadece meseleye giriştir. Gelecek yazım “Hadi Bir Müslüman Çizelim”de inananlar olarak kusurlarımızla eksik noktalarımız işlenecektir.
Yorum Yazın Tüm Yorumlar
Güvenlik
Galeri
Sayfanın tüm hakları Hatice OLGUN’a aittir. 2015 ©
ana sayfa | hakkımda | fotoğraf galerisi | çizimlerim | şiirler | haber & söyleşi | yazılarım | yazarlardan | Yorumlar | bana ulaşın KA İnternet Bilişim Teknolojileri Tic. Ltd. Şti.