Darbeye Doğru
Hüsnü Mübarek'in 30 yıl süren diktatörlüğünün Tahrir direnişiyle 25 Ocak 2011’de son bulmasının ardından Mısır’ın 5. ve ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı olan Muhammed Mursi, 30 Haziran 2011’de bu görevine başladı. Ve tabi Mursi’nin, Müslüman Kardeşler hareketinin mensubu olması hasebiyle, Mısır’ın laik- seküler kesiminin itirazları da çok geçmeden arkasından…
İtirazlar, aslen Mursi’nin giderek otoriterleştiği ve İslamcı politikalar uyguladığı yönündeydi. İlaveten, ülkedeki ekonomik gidişatın temel ihtiyaç malzemelerine yansıması ile elektrik- su kesintileri de itiraza sebep olarak gösterilmekteydi. 22 Kasım’da Mursi’nin öngördüğü bir dizi anayasal değişiklik (hemen ardından yapılan referanduma rağmen) eklenince, 23 Kasım’da Mursi karşıtı hareketlenmelerin fitili ateşlendi.
Bu fitilin kolayca tutuşmasında ise kuşkusuz, Mursi iktidarı boyunca Mısır’ın dış politikalarının İsrail karşıtı eksene oturtulması etkendi. İddiaya göre İsrail, 2012 yılındaki Gazze saldırısını, Mursi hükümetinin kendilerine yönelik tavrını kontrol etmek amaçlı gerçekleştirdi ve tabi daha önceleri kapalı olan Refah sınır kapısını bu saldırılar sırasında açan Mursi, böylelikle artık yalnızca Mısır laik- seküler kesiminin değil, İsrail yanlısı küresel sistemin de istemediği lider oluverdi.
İlginç bir gelişme olarak Selefiler’in de Mursi karşıtlarına eklenmesi ve Mursi’nin cumhurbaşkanlığının birinci yılı olan 30 Haziran’da tüm bu çevrelerin ortak söylemi olarak yüksek perdeden istifa talepleriyle birlikte (ziyadesiyle iç ve dış unsur desteğini de yanına alan) Mısır Genelkurmayının başı Abdülfettah Sisi, nihayet 3 Temmuz 2013’de Mısır’ın ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı olan Muhammed Mursi’ye karşı beklenen darbeyi gerçekleştirildi.
Kanlı Bilanço
Darbeye giden süreçte, Mısır Silahlı Kuvvetlerinin Adeviye ve Nahda Meydanlarındaki darbe karşıtlarına gerçekleştirdikleri müdahalelerde, İhvan resmi sitesindeki rakamlara göre 2 bin 200 (bir başka kaynakta ise 3 bin 533) kişinin hayatını kaybettiği, 11 bin 520 kişinin de yaralandığı ifade edilmektedir. Öyleki olaylar sonrasında ülkede 1 aylık olağanüstü hal ilan edilmiş, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Muhammed El Baradey tepki olarak görevinden istifa etmiştir!
İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), Mısır darbe güçlerinin 2013 yılının Temmuz ve Ağustos aylarında, darbe karşıtı gösterilerin dağıtılması sırasında oturma eylemi düzenleyen ve aralarında kadınlar ve çocukların da bulunduğu on binlerce barışçıl göstericiye karşı açılan ateşle yaklaşık 1.150 göstericiyi planlı bir şekilde katlettiğini ve işlenen cinayetlerin insanlık karşıtı suç kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini açıkladı. Örgütün raporuna göre; Mısır darbe güçleri, göstericilere karşı modern tarihte işlenen en büyük katliamlardan birini gerçekleştirdi.
Merkezi New York'ta bulunan örgütün İcra Direktörü Kenneth Roth, 1 yıl süren araştırmalar sonucu yayımlanan raporda; "Bu olay, aşırı güç kullanımı ya da güvenlik güçlerinin eğitimsizliği ile açıklanamaz. Bu, Mısır hükümetinin en üst düzey yetkilileri tarafından barışçıl göstericilere karşı aşırı derecede orantısız ve önceden planlanmış ölümcül bir şiddet olayıdır. Söz konusu yetkililerin büyük kısmı hala Mısır'da iktidardadır ve yanıt bekleyen birçok soru vardır!" dedi.
HRW bunları rapor etse de darbeden bu yana geçen yaklaşık 2 yıllık süreçte, Mısır’daki darbe hükümeti tarafından sözkonusu katliamı gerçekleştiren asker ya da polislere yönelik tek bir soruşturma açılmadığı gibi; aksine (öldürülen binlercesine ilaveten) pek çok İhvan mensubu tutuklanmış, kimi olumsuz hapishane koşullarında can vermiş, kimi içinse müebbet ve (işte en son devrik Cumhurbaşkanı Mursi’nin de aralarında olduğu) çağdışı ve hukuksuz idam kararları dünyanın gözü önünde verilmiştir.
Tutuklanmayanlarınsa tüm yayın organlarına el koyma, siyasi yasaklılık, baskı, tehdit gibi yöntemlerle (şimdilik) susturulmaları sağlanmıştır. 'Şimdilik' diyorum, zira halen Türkiye'nin 60'lı yıllarının yaşandığı Mısır'da da darbecilerin yargılanacağı, itibarının yerle bir olacağı günlerden umut kesmiş değiliz.
Türkiye’den Yankılar
Türkiye hükümeti, darbenin gerçekleştiği andan itibaren olaya Başbakan ve Cumhurbaşkanı düzeyinde tavrını koymuş, Kahire büyükelçisini Ankara’ya çağırmakta gecikmemiş ve sonrasındaki her vesileyle de uluslararası platformlarda Mısır’daki haksızlığı dile getirmişse de Türkiye’deki tüm çevrelerin aynı demokratik- insani tavrı gösterebildiği söylenemez.
Zira, kanlı 80 darbesinin mimarı ve Türkiye’nin 7. Cumhurbaşkanı sıfatlı Kenan Evren’in 9 Mayıs 2015’teki ölümünde takındıkları demokratik görünümlü tavrın ardından, sadece bir hafta sonra 16 Mayıs 2015’de (bir başka darbeci olan Sisi hükümetince) Mursi için öngörülen idam kararı, Türk solu için de tabiri caizse tam bir samimiyet testiydi ve de (istisnalar kaideyi bozmamak kaydıyla) bu testten de geçebildikleri söylenemez.
Bunu öngörmek içinse, bazı medya organlarının tepkilerine bakmak her zamanki gibi kâfiydi. Türk Solunun yayın organlarından Birgün gazetesi olayı “Diktatöre İdam!” manşetiyle verirken, aynı gün Hürriyet gazetesinin sitesinde atılan manşet (kitlesinin bilinçaltını iyot gibi açığa çıkaran) Türkiye’nin % 52 ile seçilmiş Cumhurbaşkanına atıfla “% 52 ile Seçilen Cumhurbaşkanına İdam!” olmuştur.
Evren’in cenazesine sözde demokratik nedenlerle katılmayan Türkiye muhalefeti, bir başka eli kanlı darbeci için aynı omurgalı duruşu gösterememiş, durum böyle olunca ilkeselliği bir kez daha sorgulanmıştı. Öyle ya, onlara göre; ülkesindeki sivilleri varil bombalarıyla katleden Esed ve de (uluslar arası verilere göre bir tek günde en fazla sayıda gösterici katletme rekorunu elinde tutan) darbeci Sisi ‘demokrat’, Mursi ya da Erdoğan gibi seçilmiş, demokratik yöntemlerle iş başına gelmiş liderler ‘diktatör’dü!
İlkesizliğin Bu Kadarına Pes!
Bu ikiyüzlülük, ilkesizlik ve çifte standart öyle noktalara ulaştı ki o günlerde Türkiye solunun bir ismi, Sedat Aral, t24 sitesine verdiği Mursi röportajında; (darbeyi haklı kılan sebeplerden biri olarak gösterilen) Mursi’nin yaşam şekli müdahalesine misalen “bekaret kontrolü” örneğini verirken,
Aynı günlerde bir diğer sol görüşlü (o günlerde Taraf, bugün Cumhuriyet’in) köşe yazarı Ceyda Karan, muhtemelen Türkiye'nin Mısır'daki darbeye karşı çıkan muhafazakâr kesiminin gözünde Sisi'yi sevimli kılmak, nispeten meşrulaştırmak amacıyla; “bekâret kontrolünü asıl savunanın Sisi olduğunu, eşinin başörtülü- kendisinin de dindar biri olduğunu” bize savunma noktasına dahi gelebiliyordu!
Yine o dönem, sair zamanlarda demokrasi adına mangalda kül bırakmayan Türkiye’deki demokratik- parlamenter sistemin asli unsurlarından Cumhuriyet Halk Partisi’nin Tunceli milletvekili Kamer Genç; "Zannediyor musun ki Tayyip Erdoğan, senin o aldığın 5 bin polis seni yarın koruyacak. İşte, gördünüz Mursi ne duruma geldi? Onun da çevresinde çok polis vardı" şeklindeki ibretlik cümlelerle demokrasi tarihinin, en önemlisi Türk halkının hafıza kayıtlarına geçmişti.
Gariptir, ne zaman darbeyle özdeşleştirilseler bunu ısrarla reddeden aynı partinin bir diğer elemanı, CHP Meclis üyesi bir akademisyen, bir Prof., Gaye Uslu’nun sosyal medyadaki "Seçimle geldik! diye kafa tutan Mursi 3 günde gitti. Demokrasinin sandıktan ibaret olmadığını anlayabildin mi?" çıkışıyla Türk halkı, Mursi üzerinden ülkenin Başbakanına ayar vermeye kalkan Chp'nin "darbelere karşı olduğu" iddiasının kuru laftan ibaret olduğu bir kez daha anlama fırsatı yakalamıştı.
Bu samimiyetsizlik örnekleri çoğaltılabilir. Hatta vahamet, Sol-Kemalist İşçi Partisi'nin yayın organı Ulusal Kanal’ın, Mısır'daki askeri darbeyi öven haberindeki gibi bir basiret bağlanması, bir kör bakma olarak da karşımıza çıkabilir. Malum, tüm dünyanın gözü önünde darbe güçlerince, sadece oturma eylemi yapan sivillere yönelik işlenen bir katliam bu kadar aşikarken “aslında Müslüman Kardeşler yanlılarının halka saldırdığını” iddia etme derecesinde bir haksızlığa, bir zavallılığa imza atmışlıkları bile vardı !
Dedim ya örnekler çoğaltılabilir, ama siz şimdi anladınız mı.. Mısır’daki darbe ve vahşete kör bakan, Suriye’deki totaliter- zalim rejime muhabbetini saklama gereği bile duymayanların, Evren’in ölümünde gayet demokratik mesajlar vermeye kalkmasının, bu halkın gözünde niye ‘Sümerbank basması’ kadar bile değerinin olmadığını…
Hatice OLGUN
19.04.2015