Nasıl Başladı
27 Mayıs 2013’de Taksim'deki Gezi Parkı duvarının 3 metrelik kısmı Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında yıkılırken, buradaki 4-5 ağaç da taşınmak üzere yerinden söküldü.
Arkasından başlayan Taksim Dayanışma grubunun eylemi, 40- 50 kişilik grubun çadır kurup parkta sabahlamasıyla startını verdi. Şimdiki Chp- Hdp ilginç birlikteliğinin belki de ‘birbirinden ilk elektrik alma’ aşaması olarak (o zamanki adıyla) BDP’nin milletvekili Sırrı Süreyya Önder de gruba destek verdi.
İş makinelerinin önündeki ‘cansiperane’ duruşuyla, bugüne kadar gencecik fidanları katleden Pkk’nın önünde niye hiç siper olmadığı üzerine bir tartışmayı da başlatan Sırrı Süreyya ve yıkım çalışmalarına engel olan beraberindeki gruba zabıta ve polis müdahalesi gecikmedi.
Gezi eylemlerinin sembol fotoğrafı olan ve polisin yakın mesafeden gaz uygulaması sırasında kaydedilen 'Kırmızılı Kadın' karesi de o gün çekildi.
29 Mayıs’ta ve 30 Mayıs sabahı ise polis ekipleri eylemcilere müdahale etti. Olayların büyümesine sebep olan ve eylemci çadırlarının yakıldığı o kritik şafak baskını da bu tarihte yapıldı.
Kırılma Noktası
Eylemlerin buraya kadarki kısmında, eylemcilerin genelinin sahiden çevreci hassasiyetle orada olduğu ve (henüz) bunun ötesinde bir davranış sergilemedikleri görüşü kuşkusuz ortak kanı.
Hatta, kimi ağızlardan meselenin ağaç filan olmadığı yönündeki itiraflara rağmen... Taksim Platformunun milli çıkarlarla taban tabana zıt taleplerinin düşündürücülüğüne rağmen.. Ve hatta sonradan gelişen tüm aleyhteki tabloya rağmen…
Ve yine kabul edelim ki eylemlerin bu denli tırmanmasında, provakatörlerin işinin kolaylaşmasında, marjinal çevrelerin kitleleri arkasına almasında ve toplumsal öfkenin kötü niyetli kullanışlılığının artmasında bu ilk günlerdeki orantısız güç kullanımı ile acemice kriz yönetimi etkin olmuştur.
O zamanlar henüz lugatımıza dahil olmamış ‘paralel yapı’nın, dönemin Emniyet kadrosuyla bu aşırı güç kullanımı ve kışkırtıcılıktaki rolü üzerine (kasıt- hatta danışıklılık yönündeki) imalar halen dillendiriliyor olsa da Hükümetin de buraya kadarki kısımda yatıştırıcı bir dil kullandığı söylenemez.
Konuya dair Hükümet kanadından ilk açıklamaların, eylemcilerin çok ileri gidip Dolmabahçe’deki Başbakanlık ofisine yaptıklarırı 3 bin kişilik darbe girişimi sonrası yapılmışlığından olsa gerek, Başbakanın Fas ziyaretinden gelen açıklamalar da olayların büyümesi önünde bir bariyer etkisi yapmaktan uzak kalmıştır.
Dolmabahçe Baskını
2 Haziran gece yarısı gerçekleşen ve göstericilerin 7 polis memurunu yaraladığı, dönemin Başbakanının ailesinin hedef alındığı saldırı; eylemin bilinçaltı niyetini, cüretini ortaya koyması yönüyle önemlidir.
Olayların en şiddetli yaşandığı 1 Haziran gecesi, eylemcilerin Başbakanlık Konutu'nun yanısıra Başbakan Erdoğan'ın Ankara Keçiören'deki evi ve Dolmabahçe'deki Çalışma Ofisi'ne eş zamanlı olarak işgal girişimi rapor edilmiştir.
Diyebiliriz ki yaklaşık 3 bin kişilik bir darbe girişimi şeklinde kayıtlara geçen bu baskınla, eylemin başından beri dillendirilen demokrasi- hak- hukuk sözcüklerinin hükmü kalmadığı gibi bundan sonrasının da eylemciler adına, savunulur- kabul edilir- mazur gösterilir hiç bir yanı yoktu.
Zira, (kuşkusuz araya kaynayan provakatörlerin de etkisiyle) eylemlerin bundan sonraki kısmı; sınırsız vandallık, hiçbir gerekçeyle izah edilemeyecek boyutta şiddet, halkı sokağa dökmek adına yayılan yalanlar, ülkenin Başbakanının eşi için ağıza alınmayacak küfürler ve hiç bir ideolojinin içinde bulunmak istemeyeceği bir çirkinleşme fotoğrafı olarak hafızalarda yerini aldı.
Koca koca köşe yazarlarının, kanaat önderlerinin doğruluğuna bile bakmadan önüne gelen her bilgiyi paylaşmak suretiyle yaptığı kışkırtmalar, Suriye’den ve diğer savaş bölgelerinden alıntı sahte işkence fotoğrafları, “hükümeti düşüreceğiz” tehlikeli dili ile de bundan sonrası tabiri caizse tam bir yoldan çıkma haliydi.
Öyle ki 2 Haziran pazar sabahı itibarıyla Taksim'i temizleyen eylemciler görüntüsü bile, yakılan belediye otobüslerinin, dükkanların, polis araçlarının ve de o günün gecesinde yaşanan kalkışmanın boyutlarını örtmeye yetmiyordu.
Ağır Bilanço
Eylemlere yapılan müdahaleler ve yine bu eylemler sırasında çıkan çeşitli şehirlerdeki olaylarda; hayatını kaybeden 7 göstericiye ilaveten, 1 polis memuru da görevi başında şehit düştü, çok sayıda polis ve gösterici yaralandı.
Açık konuşmak gerekirse Eskişehir’deki eylemler sırasında ara sokaklara kaçarken hedef gözetilerek darp edilen Anadolu Üniversitesi öğrencisi Ali İsmail Korkmaz dışındaki ölümlerin hiç birinin kasten olduğunu düşünmüyorum.
Ve en ağır cezayı şahsen de talep ettiğim bu cinayet dışındaki ölümlere dair ‘fail’ sorgulamalarımda; gösterileri bu aşamaya kadar getiren, 14 yaşındaki çocukları bile sokağa döken herkes şüpheli pozisyonda.. Sonradan ‘şehit’lerine ağıt yakan Gezi’ciler dahil.
Bunlar ‘keşke olmasaydı’ dedirten can kayıpları ama bir de olayın maddi boyut var. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın daha sonradan yaptığı açıklamaya göre, piyasaları olumsuz etkileyen Gezi olayları sebepli net sermaye çıkışı 1.3 milyar dolar...
Sözde yurtseverlerin ellerindeki bayraklarla memleketine verdiği bu ziyan bir çelişkidir. Chp’li Belediyelerin Yalova ve İzmir’deki ağaç katliamlarında kepçenin önüne yatmayanların çevre hassasiyeti de aynı biçimde…
Ve aslında Gezi’deki tüm çelişkiler bu kadar da değildir, bir başka yazıda bunları konuşmak üzere, selametle..
Hatice Olgun
02.06.2015