Önümüzdeki pazar günü nasipse sandığa gidiyoruz. Şurda kaldı 2 gün, yatçaz kalkçaz- yatçaz kalkçaz hoop ordayız.
Olalım da zaten, zira kritik bir seçim (ve bu bir paranoya değil). Kritik olmasının da ötesinde hatta tam da bir milli mesele olduğunu anlamamıza yetecek dünya kadar sebep var ortada.
Misal, AP’nin son dönem ilginç karar ve açıklamaları, kuşkusuz en başta Türk Hükümetini köşeye sıkıştırmayı amaçlayan ‘Ermeni soykırımı’ kararı ve bazı ülkelerin bu kararı derhal tanıması gibi...
Gezi eylemlerinde defalarca yaptığı ‘uyarı’larla hepimizi ‘Türkiye’den başka işleri yok mu?’ noktasına getiren ve (bırakalım idamları) polisinin vatandaşını sokakta infaz ettiği ABD’nin; Freedom House, Amerikan Fox tv ve son olarak da New York Times gibi bazı organları vasıtasıyla yaptığı çirkin saldırılar gibi…
Merkel’in; soykırım tavrıyla, Mısır politikasıyla, Türkiye’deki basın özgürlüğüne dair ilginç çıkışlarıyla ete kemiğe büründürdüğü manipülasyonlar ve bir kısım Alman basınının en az Türkiye’nin muhalif medyası ayarında muhalefet yapması gibi…
Diğer Avrupa ülkelerinden benzer çıkışlar, örneğin Ermeni soykırımını tanımayan (Belçika’nın/ Avrupa’nın ilk başörtülü kadın vekili) Mahinur Özdemir’in temsil hakkının elinden alınması gibi…
Mülteciler, Suriye; AB ve İşid gibi kritik konularda izlenen politikalarla, Türkiye’nin (kasten ya da sonuç itibarıyla) zor durumda bırakılması gibi… Yine AP’nin, Türkiye’nin paralel yapıyla mücadelesinde takındığı ilginç tavır gibi.
İşlerine geldiğinde, binlerce Mısırlıyı öldüren bir darbeci generali bile çeşitli platformlarda parlatan- meşrulaştıran mevcut küresel sistemin, Türkiye’nin seçilmiş Liderinin meşruiyetine yönelik anlaşılmaz tavırları (ki aslında gayet anlaşılır, biat edenle dertleri yok!) gibi… Gibi, gibi, gibi.. Saymakla bitmez.
Ama sen de o ‘one minute’ı çekmeyecektin (helal) be! Nihayetinde tam bağımsız Türkiye fikrinden (bile) hoşlanmayanlar elbet hatırlatmayı deneyeceklerdi bize; “patron kim, ipler yıllardır kimdeydi, sistem nasıl işliyor” vb…
***
Tabi önce dışardakilerden bahsedince, Türkiye hakkında fikri olmayan biri açısından mesele; sanki ‘biz gerçek anlamda milletmişiz’ de,
Sanki önce (milli mesele addedip) şu bariz dış tehdidi bi halledip, gemiyi fırtınadan kurtardıktan sonra dönüp kendi içimizdeki meseleleri (kendi aramızda) halledermişiz’ gibi de algılanabilir.
Algılanmasın, çünkü yok öyle bi şey. Çünkü biz tam anlamıyla bir ‘millet’ değiliz, olamamışız. Çünkü tasada kederde, milli müştereklerde buluşamıyoruz bile.. . Çünkü artık Üstat Necip Fazıl’ın dediği gibi “Bugün bizdeki muhalefet, iktidarı düşürmek şartıyla vatanı düşürmeye bile razıdır” noktasındayız.
Ağır mı konuşuyorum, asla ! Hiçbir ülke yasal muhalefeti gösteremezsiniz ki kendi ülkesinin kelle koltukta çalışan istihbarat servisini- faaliyetlerini ifşa etsin (özellikle yasal diyorum; zira derin muhalefet eden yapıları saymıyorum, çünkü onlardan iyi niyet ya da meşruiyet zaten bekleyemezsiniz) .
Sonra, hiçbir muhalefet biçimi yoktur ki kendi MGK toplantısının en stratejik içeriğinin sosyal paylaşım sitelerine yüklenmesine tepki vermesin.. Ve bunun kaldırılması için Devletin verdiği mücadeleden taraf olmasın, hatta ifade özgürlüğü yaygarasıyla bunu daha da zorlaştırsın, yoktur !
Yine hiçbir muhalefet yoktur ki kendi ülkesini teröre destek veren ülke konumuna getirmek için gece gündüz canla başla çalışsın, hazırlık yapsın, veri toplasın! Kendi dış politikalarını eleştirmenin ötesinde linç ederek, hep diğer ülkeleri haklı kılan pozisyona taşısın ( bu, ‘soykırım yaptınız’ diyen Ermenistan bile olsa, yazık !) …
Ve hiçbir Devlet de yoktur ki bütün bunları hoş görsün. Gazeteci kisvesinde bile olsa, failleri cezasız bıraksın, oralı olmasın… Yoktur !
Zira bunlar her ülkenin yasalarında ve TCK’da da tanımlanmış birer suçtur, suçun niteliği casusluktur, casusluğun cezası da her ülke hukukunda ağırdır.
***
Gelelim, Türkiye’de gelinen (aslında dışardan ısmarlanan) noktadaki garip ortaklığa…
Bugün Türkiye’de inanılmaz bir kümelenme yaşanıyor. Asla bir araya gelmez denilen yapılar, daha öncesinde hiçbir ortak görüşte- düşüncede birleşmediği gibi, bıraksan birbirini yer dediğin gruplar bir arada, aynı söylemde, benzer idealde.
Öyle ki, Türkiye’deki Kürt meselesini (pek çok ülkede olduğu gibi) silahsız- kansız- siyasi yoldan çözmeye çalışan bu Hükümeti, barış sürecinin ilk gününden beri PKK ile işbirliği yapmakla suçlayanlar,
Bugün gazetelerinden, “Kandil’de yerlere izmarit atılmadığı” malumatıyla PKK propagandası yapıp, bunu hem de ‘terörden- şiddetten vazgeçmeye niyeti olmadığını’ her fırsatta yineleyen Karayılan beyanıyla yapıyorlar…
Allah Allah ! Daha dün bu Devletin (etnik terörü siyasi yoldan çözen emsalleri gibi) istihbarat birimleri aracılığıyla örgütle masaya oturması, bugün Karayılan beyanatıyla siyaset yapan o gazetede ‘vatan hainliği’ olarak yazılmamış mıydı?
Sonra bu, Kandil’e izmarit bile atmayan kızlı erkekli ‘cici aktivist’ler, normal hayata kazandırılmak amacıyla Habur’dan girdiklerinde, bu tarafta yer yerinden oynamamış mıydı? Ne değişti?
Bugün burun deliklerinden soluyan Sırrı Süreyya Önder’in; “Gerekirse çözüm sürecini birlikte yürütürüz” dediği MHP’nin propagandası daha düne kadar, iktidara geldiklerinde ilk iş olarak “çözüm sürecini iptal- terörle sert mücadele” olarak açıklanmamış mıydı?
Sözcü Gazetesinin manşeti (o zamanki BDP için), “Paşalar Silivri’ye, eşkıya Meclise!” değil miydi? Zaman gazetesinin her iki haberinden biri “güneydoğuda PKK saldırısına uğrayan dershaneler” değil miydi?
Ne değişti de Zaman Gazetesi Yöneticisi Ekrem Dumanlı HDP ile aynı masada, ne değişti de Zaman yazarları köşelerinden HDP’ye oy istiyor? Ne değişti?
Sonra, bugün Cemaatle işbirliği (artık çuvala sığmayan mızrak misali) gizlenemeyen, hatta bazı üyelerinin bu sebepten partilerinden ayrıldığı CHP’nin, dünkü biricik endişesi İran olmak değil miydi?
O CHP’liler, Silivri’de barikatları yıkarken ”unutursak kalbimiz kurusun” yemini etmemişler miydi? O davaları yürüten, dolayısıyla o Paşaları o Silivri’ye tıkan da (Hükümetle birlikte) asıl o Cemaat yargısı değil miydi?
Allahaşkına ne değişti?
***
Sözün özü, ne için- nasıl- ne yolla bilmiyoruz ama uzlaşmışlar.
Ve aslında, yapı itibariyle birbirlerine bir mercimek tanesi kadar bile benzemeyen bu grupların uzlaştıkları tek şeyin de Erdoğan / AK Parti düşmanlığı olduğu noktasında şüphe yok.
Ve her biri tek başlarına iktidar olamayacaklarını da iyi bildikleri için, bir ‘koalisyon’ söylemi dillerde sakız bu ara… Sanki Türkiye ne çektiyse koalisyonlardan çekmemiş gibi.
Sanki bu Hükümet, sıfır hazine varlığı- dağ gibi iç dış borç enkazıyla bir koalisyondan devraldığı milyarlarca dolar IMF- KEY borçlarını ödememiş gibi.
Sanki o koalisyon, gitmeden önceki son memur maaşlarını (IMF'den gelen dişin kovuğunu doldurmayınca) toplanan deprem paralarıyla ödeyecek kadar düşmemiş gibi.
Sanki bu insanlar, o koalisyon dönemlerinde sağlam girdikleri hastanelerden hasta çıkmamış gibi… Sanki hastanelerde hiç rehin kalmamışlar gibi…
Şimdi bir telefonla- dilediği doktordan randevu alanlar, sanki o dönemlerde bir tahlil sonucu için beş metrelik kuyrukta bekledikleri, bir ilaç için torpil buldukları günleri unutmuşlar gibi…
İstanbul’dan Ankara’ya bir günde gittiklerini, çöp dağlarını, çalışmayan belediyeleri, akmayan suları, emekli maaş kuyruklarını, doğalgazsız günleri, uçağa binmenin lüks olduğu dönemleri unutmuşlar gibi…
Bu gençler ne bilsin, ama sanki anne- babaları, yılda iki kez yüklüce harç yatırdıkları üniversiteleri unutmuşlar gibi. Artan bursları, sosyal yardımları, birbiri ardınca yatırımları… Sanki.. Neyse !
Uzatmaya gerek yok. Bu seçim önemli, sandığa gidelim. Oyumuz her kime ise bu kendimizin bileceği iş, ancak az önceki söylediklerim de kararsızlar için umarım bir karar olmuştur.
8 Haziran sabahı hepimiz için en hayırlı olan sonucu konuşuyor olmak üzere, iyi seçimler Türkiye…
Hatice Olgun