Mecliste, yeni dönem vekillerin yemin ettiği ve üzerine ayrıca konuşulası renkli görüntülerin ardından işleyiş gereği Meclis Başkanının seçilmesi gerekiyordu.
Koalisyon (görüşme- haber- yorum) trafiğinin olanca hızıyla devam ettiği şu kritik günlerde, Meclis Başkanının kim olacağı da kuşkusuz aynı koalisyon senaryoları etrafında konuşuluyordu.
Dolayısıyla, CHP ve HDP’nin koalisyon konusunda sergiledikleri tavır birlikteliğinden hareketle, HDP’nin son turda CHP’nin adayını (o aday her kim olursa olsun) destekleyeceği malumdu.
MHP, yani Devlet Bahçeli ise Kılıçdaroğlu’nun ısrarla dile getirdiği AK Parti karşısındaki “% 60’lık blok” birlikteliğini, önerilen Başbakanlık koltuğuna rağmen geri çevirmiş;
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’a karşı çatı aday çıkarılan günlere dayanan fiili ortaklık ve sonrasındaki 7 Haziran seçimlerinde de söylemde devam eden pozisyonu yok sayarak, HDP’nin içinde olduğu (hatta dışarıdan desteklediği) tüm koalisyon önerilerini kesin bir dille reddetmiştir.
Dolayısıyla Meclis Başkanlığı seçimleri üzerine yapılan tahminlerdeki başarı da büyük oranda Mhp’nin yani Bahçeli’nin tavrını kestirebilme yetisi üzerinden işlemiştir.
***
Hatırlayacaksınız, seçimlerin hemen öncesinde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek katıldığı tv programlarında ilginç bir iddia ortaya atmıştı.
Gökçek; o günlerde HDP’ye oy isteme derecesine varan aleniyetteki CHP + HDP (ve tabi Cemaat + diğer illegal sol yapılar) fiili koalisyonuna, MHP’nin de dâhil edildiği/ edilmeye çalışıldığı duyumları aldığını,
Ve seçim sonrası (bu plan başarılı olur ve HDP barajı aştırılmak suretiyle AK Parti iktidarı sonlanırsa) bu 3 muhalif partinin olası koalisyonu halinde stratejik bakanlıkların HDP’nin (dolayısıyla PKK’nın) eline geçme ihtimalini hatırlatarak Bahçeli’yi uyarmıştı.
Hatta Gökçek, iddiasını daha da ileri götürerek; yanılıyor olmayı çok istediğini ve fakat Bahçeli’nin meydanlarda kesin bir dille kendisini/ iddiaları yalanlamaması halinde maalesef doğruluğu ihtimaline prim verilebileceğini söylemişti.
MHP tabanına da davetkâr mesajlar içeren bu iddiaların, milliyetçi oyların AK Parti'den MHP’ye geçişi ihtimaline engel olmak (ve hatta belki tersine oy geçişi sağlamak) amaçlı bir manevra olduğunu iddia edenler olduysa da gözler Bahçeli’ye çevrilmişti.
***
Herkes, Bahçeli’nin çıkıp tıpkı şimdiki sert ve kararlı tonda;
“Milliyetçi Hareket Partisi asla terör uzantılarıyla (HDP) birlikte hareket etmemiş ve etmeyecektir !” demesini bekledi.
O günlerde ben de, Bahçeli kanadından karşı açıklama yapılmamasını “sükût ikrardandır” mantığıyla konumlandırarak, (Bahçeli eğer böyle bir hesabın içindeyse) etik olanın bunu seçim öncesinde tabanıyla paylaşması olacağını dile getirenlerdendim.
Ancak Bahçeli, 7 Haziran’a kadarki süreçte suskun kalarak; HDP’nin de içinde olduğu ve tam da Kılıçdaroğlu’nun düne kadar dilinden düşürmediği % 60’lık blok vurgusunun o günlerde Gökçek tarafından kuvvetli imasına yönelik bir açıklama yapmadı.
Oysa, söz konusu iddialar karşısında susmak, ideolojik olarak HDP’nin tam karşısında konumlanmış MHP için (eğer bir strateji idi ise) iyi bir seçim stratejisi olamazdı.
Zira konuya yukarıda bahsettiğim netlikte açıklık getirmemekle Bahçeli, seçimde risk almış olurdu (oldu da)...
Bu risk malumunuz; HDP’li dedikoduların kaçıracağı milliyetçi oylardı ki... O günlerde bunun dahi göze alınması uğruna suskun kalınması, yalanlanmaması ya da ispatı istemiyle yargıya taşınmaması karşısında akla ilk gelen;
Gökçek’in aldığı duyumların tamamen asılsız olmadığı; ancak Bahçeli’nin şahsen de taraftar olmadığı bu HDP’li ortaklığı, herhangi bir baskı/ tehdit varlığı etkisiyle o günlerde yüksek perdeden reddedemediği olasılığıdır.
***
Sonradan (8 Haziran itibarıyla) ne olup da Bahçeli’nin HDP ile aynı cümlede bile anılmak istemeyen netliğe geldiği hususu ise tam bir muamma.
Ortalama bir IQ seviyesi ile iki olasılık düşünülebilir: Birincisi Bahçeli’nin o dönem susturulmuş olabileceğine yönelik, yani “tehdit söz konusuysa” varsayımlı gidiş yolu.. (MHP’deki kaset depremini hatırlarsınız..).
Ki, bu durumda seçimlerden sonra HDP’ye karşı yeniden netleşen tavır, o tehdidin belki sonradan bertaraf edildiğini, belki miadının dolduğunu ya da kimbilir karşı kozlar edinilmiş olabileceğini de düşündürebilir..
İkincisi ise Bahçeli’nin tercihen sustuğu varsayımı üzerinden yürünen ve o dönemki suskunluğun tabanın bu konudaki nabzına bakma amaçlı olduğu, ancak partililerin sokağa yansıyan tepkisel tavırları yüzünden bu seçeneği ajandasından temelli çıkardığı ihtimali.
Zira, sonuçta MHP daha önce Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bu ortaklığı fiilen yapmış ve Ekmeleddin İhsanoğlu’nu Erdoğan’ın karşısına muhalefetin üzerinde uzlaştığı alternatif olarak sunarken, bir kez bile;
“İçinde HDP’nin olduğu hiçbir denklemde yokuz, bu denklem ‘çatı aday’ olsa bile” dememişti.
Dahası iç güvenlik yasası meclise geldiğinde ve Mit tırları meselesinde de doğası gereği aksi beklenirken, pozisyonu yine AK Parti karşısındaki fiili koalisyondan yana olmuştu.
Yine paralel yapı mücadelesinde parti mensuplarının (Tuğrul Türkeş), mücadeleden yana ilk çıkışının ardından (yukarıdaki tehdit ihtimalini destekler nitelikte) sonradan ağız değiştirerek Cemaat kanallarında konuştu(ruldu)ğunu,
Ve mülteciler konusunda (Ümit Özdağ) CHP ve HDP ile benzer dil kullandıklarını da bu noktada hatırlatmakta yarar var.
***
Elbetteki yukarıda bahsettiğim pozisyonlardan bir kısmı sadece muhalefet etmenin gereği olarak alınmış ve bir ortak tavır kararı söz konusu olmaksızın diğer iki muhalif parti ile çakışmış da olabilir.
Ancak, başta da söylediğim gibi Meclis Başkanlığı tahminlerinin başarısını büyük oranda belirleyen (ve tabi koalisyon tahminleri için de belirleyici olacak olan), MHP ve Bahçeli’nin kolayca konumlandırılamayacak bu tavırlarını analiz etme becerisidir.
Abdülkadir Selvi’nin dünkü yazısında değindiği üzere; “HDP 1 gün önce kapalı grup toplantısı yapmış, Baykal'ı destekleme kararı almıştı. Ancak, MHP’yi ürkütmemek için kararlarını açıklamamışlardı.
Akşam 19.30 civarında Baykal'ın kurmaylarına ulaşan bir mesajda ise MHP'nin grubunu serbest bırakacağı söyleniyor, ‘Baykal'a oy vereceğiz. Şimdiden hayırlı olsun’ deniliyordu.”
Bu noktada Bahçeli bir kez daha şaşırtarak ayağına kadar gelen ve % 60 lehine kesin gollük pası da (topu taca atmak suretiyle) AK Parti’den yana kullanınca Meclis Başkanlığıyla birlikte koalisyon hesapları da tamamen netleşmiş oldu.
Sonrasında seyreyle gümbürtüyü. CHP ve HDP’den, MHP’ye yönelik ağır suçlamalar... Muhalif köşe yazarlarının köşelerinden saçılan öfke patlamaları... CHP içinde aday belirlemeye dair hatalara vurgular.. falan da filan.
Oysa, sadece beceriksizlikti. Zira MHP, her ne kadar içinde ve dahi bir ucunda HDP’nin olduğu bütün pozisyonlara kapı kapadıysa da kendi Meclis Başkanı adayına HDP’den gelecek oyları da yasaklamamıştı (yasaklayamazdı) ya..
HDP ve CHP, hep olduğu gibi birlikte hareket ederek MHP’nin adayı lehine oy kullansa konu hallolacaktı yani..
***
Sonuç olarak, AK Partinin adayı İsmet Sezgin 26. Dönem Meclis Başkanı oldu.
Sonuç olarak, Bahçeli’nin HDP’li herhangi bir ortaklığın yanından bile geçmeyeceği konusundaki kararının 3’den 9’a şart olsun katılığında olduğu anlaşıldı (muhtemelen o kapı tekrar zorlanmayacak).
Sonuç olarak, Kılıçdaroğlu’nun 7 Haziran’dan düne kadar hep vurgu yaptığı % 60’lık blok yani ‘çatı’ ikinci kez çökmüş oldu ( yine de Kılıçdaroğlu’nun elinde kapı gibi bir % 38’lik CHP + HDP bloğu var. Kendilerini bi yere götürmese de hep hatırlanacak, hatırlatılacak.. Hayırlı olsun !)
Sonuç olarak, düne kadar içlerinden “AK Parti yeter ki gitsin de MHP ile bile yürütürüz” sesleri çıkan HDP, bir süredir tutmaktan artık patlama raddesine geldiği MHP hakkındaki gerçek hislerini serbest bırakmış oldu.
Sonuç olarak, 8 Haziran’dan beri MHP’den gelen sert smaçları, filenin öteki yanına yumuşatarak paslayan CHP ve CHP ideolojisindeki yazarların düne kadarki Bahçeli güzellemeleri de sizlere ömür...
Sonuç olarak, Meclis Başkanlığı seçimlerinin sağladığı ortak zemin bahanesiyle AK Parti- MHP koalisyonu daha da fazla konuşulmaya başlandı.
Ama (yine sonuç olarak), her ne kadar AK Parti- MHP koalisyonu; Bahçeli’nin “tüm ihtimaller denenir de olmazsa sorumluluktan kaçmayız” açıklamasına dayanılarak en olası ihtimal olarak görünüyorsa da,
Sonuç olarak, Bahçeli usulü (şahsına münhasır) muhalefet eden MHP’nin talepleri ve bu taleplerin içindeki Cumhurbaşkanlığının yetkileri, çözüm süreci gibi temel konulara yaklaşımlardaki uyumsuzluklar yüzünden bu iş de zor gibi..
Ve sonuç olarak bu 'kaynayan kazan' coğrafyada Türkiye hala hükümetsiz, hayırlısı …