ana sayfa hakkımda şiirlerim yorumlar
1
2
3
4
5
tüm yazılarım
facebook | Hatice OLGUN Twitter | Hatice OLGUN
Ana Sayfa
Menü
Öz Geçmiş
Yazılarım
Çizimlerim
Şiirlerim
Fotoğraf Galerisi
Haber & Söyleşi
Yazarlardan
Yorumlar
Bana Ulaşın
Yazılarım / Reyhanlı Tutmadı Suruç Verelim ! « geri
Bu iki taşeron örgütün aynı anda saldırtılması suretiyle köşeye sıkıştırılacağı düşünülen Türkiye’ye; bir “adımını denk al” mesajı ve ötesinde (çıkarlarına dokunan) politikalarını gözden geçirmeye dair bir yaptırım niyeti algılamak hiç de zor değil. Yine tam da bu hükümet arayışlarının sürdüğü geçiş döneminde, Türkiye’yi Suriye’deki savaşın içine çekerek buradan çıkacak iç karışıklığı fırsat bilen ayrılıkçı Kürtlerin kopuşuna zemin hazırlığı da “üst akıl” tabir edilen yönetmenin senaryoları arasında olabilir. Umulur ki böylelikle kendi derdine düşecek olan Türkiye, Ortadoğu’daki mevcut etkinliğini, iddiasını kaybetsin ve "ganimet"in pay edileceği ortaklardan biri olmasın!

Tarih 11 Mayıs 2013. Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde düzenlenen iki ayrı bombalı saldırıda 52 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 146’sı da yaralanmıştı.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kanlı terör eylemi olarak kayıtlara geçen olay (en azından ilk anda) tüm kavga ve hesapların ötesinde davranarak birlik olmayı gerektiriyordu.

Fakat milletçe hedef alındığımız, üzüldüğümüz her saldırı ya da felaket sonrasında olduğu gibi, muhalefet liderleri- yayın organları bu vahim olayı da siyaseten kullanma yolunu seçmişti.

Makul eleştiri elbette yapılmalıydı. Bu minvalde Türkiye’nin Suriye politikası insaf sınırlarında eleştirilebilir, Suriye muhalefetinden yana tavrın (yer yer aceleye gelen geçişler sırasında) sınırların geçirgenliğini artırdığı ve bunun da saldırıya zemin hazırladığı dillendirilebilirdi.

Ancak, muhalefet makul eleştirinin ötesine geçerek, kendi hükümetini ve istihbarat örgütünü (MİT’i) saldırılardan sorumlu tutuyor ve hükümeti sadece ihmaller noktasında değil,

Bizzat işin içinde olmak iddiasıyla ve bunu da (o zamanlar IŞİD sahnede olmadığından) Suriyeli muhalif gruplara göz yummakla itham ettiği MİT üzerinden Türk hükümetini yıpratma amaçlı kullanıyordu.

Aynı günlerde Ortadoğu’daki terör örgütleriyle mevcut T.C. Hükümetinin organik bağı ima, hatta iddia ediliyor ve bunu ispat/ Türkiye’yi de Uluslararası Adalet Divanında bu sebepli yargılatma amaçlı fırsat kollanıyordu.

Fakat akabinde hazırlanan raporlarda ortaya çıkmıştı ki, Reyhanlı saldırısı öncesindeki 2 günde MİT Emniyet’i onlarca kez uyarmasına rağmen, önlem aşamasında iddia edilen zaaf Emniyet tarafından gösterilmişti!

Üstelik, yine sonradan açığa çıkmıştı ki saldırının arkasında Suriye’deki mevcut Esad Rejimi yanlısı Nasır Eskiocak liderliğindeki  Suriye gizli servisi El Muhaberat bağlantılı bir silahlı grup vardı,

Ve grup Emniyet'teki ifadesinde de saldırıyı yaptıklarını itiraf etmişti (CHP’nin Şam ziyaretine rehberlik eden şahsın, ‘tesadüfen’ Reyhanlı saldırısını tasarlayan isim olması garabetine girmiyorum bile) !

***

Sonradan ortaya çıkan belge ve bilgiler aksi yönde olsa da, AK Parti iktidarı uzunca süre Reyhanlı (dolayısıyla Suriye politikaları ve buradaki örgütlerle işbirliği iddiaları) üzerinden yıpratılmaya çalışıldı.

Sonraki zamanlarda mesele; Suriyeli Türkmenlere götürüldüğü ifade edilen yardımların (El Kaide bağlantılı) İslami örgütlere destek iddiasıyla ve paralel yapılanmanın yargıdaki uzantıları eliyle MİT tırlarının durdurulması cüretine kadar vardırılmıştı hatırlayacaksınız.

Ancak, T.C. Hükümetinin basiretli davrandığı 17- 25 Aralık gibi apaçık bir darbe girişimi olarak tarihe geçen ve Jandarma ile Özel Harekâtçıların tehlikeli biçimde karşı karşıya getirildiği bu kötü niyetli hamle de malum yoldaki son çaba olmayacaktı.

Güneydoğu sınırlarındaki PYD- IŞİD kapışmasının, Türkiye’ye de sıçratılması ve Türkiye’nin bir şekilde meseleye bulaştırılması için bu kez Kobani hassasiyeti öne sürüldü.

Hatırlayacağımız gibi, HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın ‘sokağa çıkın- taş üstünde taş bırakmayın’ çağrısıyla organize ettiği 6- 8 Ekim Kobani eylemlerinde de yine 52 vatandaşımız yaşamını yitirmişti.

Amacın; Suriye’nin kuzeyinde her ne için savaşılıyorsa Türkiye’nin güneydoğusunda da aynı gerekçe ile kan dökülmesi ve kaosun (bölgedeki tek güvenli liman olarak telaffuz edilen) Türkiye’ye sıçraması olduğu aşikardı.

Terörü körüklemekle, hatta organize etmekle suçlanan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ise, tüm bu girdaba çekilme çabalarına prim vermemek adına,

Bir yandan; IŞİD’le savaşan PYD’lilere (yaralılarına Türkiye tarafındaki hastanelerde bakım imkânları dahil) destek verip, bunu da güneydoğudaki aynı etnik kökenli halkı hatırına (PYD’nin de PKK gibi bir terör örgütü olduğuna bakmaksızın) yaparken,

Bir yandan da sivillerin ve HDP tarafından organize edilen Türkiye’li Kürt gençlerin bölgeye geçişlerine can güvenliklerini gerekçe göstererek çeşitli defalarda engel oluyordu.

***

Oysa, Türkiye’deki Kürtlerin hak ve hukukunu koruma iddiasındaki HDP’nin, çeşitli zamanlarda sokağa sürdüğü, savaşa taşımaya niyetlendiği bu gençlerle ilgili aynı çekinceleri taşımadığı açıktı!

Ve işte, yine HDP’nin Suruç’ta organize ettiği ve Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu'na bağlı gençlerin (sözde oyuncak kitap götürmek için) Kobani'ye geçmek üzere, sınıra yakın ve hiç de güvenli olmayan bu bölgede sorumsuzca toplanması da bunun göstergesiydi.

Sonuçta Kobani’de tecavüz ve ölümlerin kol gezdiği ifadeleri, (Türkiye Cumhuriyeti hükümetine saldırırken kullandığı iğrenç üslubun bahanesi olarak her konuşmanın başında kullanılmak üzere bir kenarda tutulmuyorsa) HDP’nin bir realite iddiasıyla sürekli sarf ettiği sözler değil miydi?

Ve Kobani bu kadar “ölüm- tecavüz- vahşet” demekken, 300 üniversiteli genci (ki onlar da bizim için silahsız, savunmasız gençler),  tehlikeli sınır bölgesine toplamak, Kobani cehenneminin içine sokmaya kalkmak ne kadar sorumlu bir davranış olabilirdi?

Sonuç olarak Suruç İlçesi'ndeki Amara Kültür Merkezi önünde meydana gelen ve IŞİD bağlantılı olduğu ortaya çıkan patlamada 32 genç hayatını kaybetti, 104 kişi de yaralandı. Bu durumda benzer, hatta daha büyük bir saldırının Kobani'ye geçiş sonrasında olmayacağının da bir garantisi var mıydı?

Seçimlerde “oyum HDP’ye” diyen aydınlarımız, sanatçılarımız, siyasilerimizle... Sokakta bir kedi ölse hesabını hükümete misliyle soranlar, şu bir kaç kritik soruyu da tutup HDP’ye sorabildi mi (tabi ki hayır!);

1- Ölümün kol gezdiğini kendiniz de ifade ettiğiniz ve tabi kitap ya da oyuncaktan daha öncelikli olarak hayatta kalma gibi temel endişelerin hâkim olduğu Bölgeye bu gençleri götürmekteki asıl maksadınız neydi,

2-Ağaç hassasiyeti söz konusu olunca kepçelerin önüne yatan, LGBT yürüyüşünde en ön saflarda yer alan sizler… Kobani’ye gidecek gençlerin (ertesi günün manşetleri demek olan) basın açıklaması gibi tam da boy göstereceğiniz, zehir zemberek dilinizle "iktidara had bildireceğiniz" bir fırsatı daha niye kaçırmış olabilirsiniz?

3-Bu basın açıklaması için, bu kadar güvenlik sorunsalı olan bölgede niye aylardır kameraları çalışmayan bu mekânı seçtiniz?

4- (Diyarbakır’daki gibi) her saldırı sonrası güvenlik zafiyetinden söz eden sizler, Türkiye Cumhuriyetinin kolluk güçleri her (miting- toplantı- etkinlik alanlarınızda) güvenlik kontrolü yapmak istediğinde niye izin vermez,

5-İzin vermediğiniz gibi, hassasiyetleri kaşımamak adına o güvenliği sizin sağlayacağınız teminatıyla bir şekilde uzak tuttuğunuz Devletin Hükümetini, utanmadan güvenlik zafiyetiyle nasıl suçlarsınız !!

***

Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç da (kimse kusura bakmasın ortalama zekaya sahip birinin bile es geçmeyeceği) aynı şüpheyi dillendirdi.

Ancak, Figen Yüksekdağ’ın bu etkinliğe katılmaktan son anda niye caydığı ya da bir başka HDP’linin (Belediyeden bile) neden burada olmadığına dair henüz bir açıklama ya ben duymadım, ya da gelmedi.

Şüpheler tabiki bununla sınırlı değil. Saldırıdan daha birkaç gün önce, KCK yönetiminin ateşkesi bitirdiklerine dair Türkiye Cumhuriyetine meydan okuyan tehditkâr açıklamalarıyla,

Olayın hemen ardından Demirtaş'ın yaptığı ve HDP medyası Fırat Haber Ajansında, 'öz savunma' adıyla Diyarbakır'dan başlanarak yapılacağı duyurulan silahlanma çağrısı da Suruç’la neyin amaçlanmış olabileceğinin arka plandaki olası ipuçlarına dikkat çekiyor.

Demem o ki.. Tek bir HDP’linin dahi katılarak canını tehlikeye atmadığı Suruç’ta bir şeyler tezgahlandıysa, bu durumu bir güneydoğu ayaklanmasının ateşleyicisi olarak kullanma eğilimi “bi dakka” dedirtir…

Ve bu durumda da haklı şüpheler dile getiren hiç kimse hastalık derecesinde şüpheci ya da tarihten bildiğimiz meşhur deyimle ‘vehimli’ falan olmaz..

IŞİD ilintili gösterilen Diyarbakır bombacısının, Diyarbakır’daki bu saldırıyı da PKK’nın düzenlediğine dair son itirafı (her ne kadar muhalif medyada yer almadıysa da) Suruç için de fikir verici olabilir diye düşünüyorum.

Yine “şüphe” diyorsak… Türkiye’nin mevcut siyasi sürecine baktığımızda, tam da koalisyon görüşmeleri sürerken ve Hükümet kanadından erken seçim mesajları dillendirilip, fakat karşısındaki çevrelerce de geniş tabanlı bir AK Parti- CHP koalisyonuna AK Parti ikna edilmeye çalışılırken oldu bu olay.

Türkiye’nin “birlik beraberliğe ve güçlü bir hükümete” ihtiyacı olduğu ana fikriyle birleştirilerek TUSİAD’ın, dış odakların, Gülen ve Doğan medyasının (daha dün akşam CNN Türk’de Şirin Payzın’ın da) dillendirdiği,

AK Parti- CHP koalisyonunun acilen kurulması baskılarını da argüman ve gerekçe anlamında destekleyen saldırı “niye şimdi” sorularıyla ilintili olarak ayrıyeten anlamlı..

***

Öte yandan, bu patlama PKK’nın tam da Suruç’la eş zamanlı olarak yeniden başlayan saldırıları ile yan yana okunduğunda (yeri gelmişken şehitlerimize Allahtan rahmet diliyorum),

Türkiye Cumhuriyetinin bütünlük ve istikrarını  hedef alan bu iki örgütün saldırılarına bakıldığında (her ikisinin iplerini elinde tutan gücün zamanlaması olarak) tesadüf olamayacak kadar hesaplı bir denk gelme dikkat çekici değil mi…

Bu anlamda iddiam, bir süredir Türkiye’ye dayatılmaya çalışılan her ne ise (koalisyon, K. Suriye’de Kürt yapılanması, Ortadoğu’nun alışılagelmiş enerji gelirleri dağılımına müdahil olmamamız, İsrail- Suriye- Mısır politikamız vs vs) ima edilerek,

Bu iki taşeron örgütün aynı anda saldırtılması suretiyle, köşeye sıkıştırılacağı düşünülen Türkiye’ye; bir “adımını denk al” mesajı ve ötesinde (çıkarlarına dokunan) politikalarını gözden geçirmeye dair bir yaptırım niyeti algılamak hiç de zor değil.

Yine tam da bu (hükümet arayışlarının sürdüğü) geçiş döneminde Türkiye’yi Suriye’deki savaşın içine çekerek, buradan çıkacak iç karışıklığı fırsat bilen ayrılıkçı Kürtlerin kopuşuna zemin hazırlığı da “üst akıl” tabir edilen yönetmenin senaryoları arasında olabilir.

Umulur ki böylelikle kendi derdine düşecek olan Türkiye, Ortadoğu’daki mevcut etkinliğini, iddiasını kaybetsin ve enerji gelirleri dâhil tüm hesap edilen çıkarlardan doğacak paya da ortak olmasın.

(ABD ambargosu yüzünden legal para akışı yerine altın üzerinden ticaretin yürütüldüğü İran’la patlak veren Halkbank dosyasını hatırlayalım, “yolsuzluk” diye sunulmuştu ve ancak ABD tarafından zaten yürütülüyordu.. Ambargonun kalkmasıyla hiç vakit kaybetmeden buraya üşüşen ülkeleri de)..

Aslında hesaplar uzun süredir bunun üzerineydi. Asıl üzüntü verici olansa  elin ABD’lisinin, Alman’ının vb değil, (içimizdeki çıkar odaklarının kışkırtmasıyla) kendi vatandaşımızın farkında olmadan buna alet olmasıydı..

Sahi, Gezi eylemlerinde (Taksim Platformu tarafından) dayatılan 3. Köprüyü, 3. Havaalanını istemeyen tarafta niye olduğunuzu ve tabi istememe sebebinizi de biliyor musunuz sevgili muhalif dostlarım ?

Küçük resimde Erdoğan nefretiyle hareket ederken, büyük fotoğraftaki Türkiye aleyhine hangi dengelere destek ve neye alet olduğunuzun farkında mısınız !

 

Hatice OLGUN

Yorum Yazın Tüm Yorumlar
Güvenlik
Galeri
Sayfanın tüm hakları Hatice OLGUN’a aittir. 2015 ©
ana sayfa | hakkımda | fotoğraf galerisi | çizimlerim | şiirler | haber & söyleşi | yazılarım | yazarlardan | Yorumlar | bana ulaşın KA İnternet Bilişim Teknolojileri Tic. Ltd. Şti.