ana sayfa hakkımda şiirlerim yorumlar
1
2
3
4
5
tüm yazılarım
facebook | Hatice OLGUN Twitter | Hatice OLGUN
Ana Sayfa
Menü
Öz Geçmiş
Yazılarım
Çizimlerim
Şiirlerim
Fotoğraf Galerisi
Haber & Söyleşi
Yazarlardan
Yorumlar
Bana Ulaşın
Yazılarım / Aman da barışı sahiplenirlermiş...! « geri
AK Parti 2002’de iktidara geldiğinde, nasıl önceki hükümetlerin maddi borçlarını (Yunanistan'da Çipras’ın yapmaya çalıştığı gibi) reddetmeyip omuzladıysa, geçmişteki baskıcı yönetimlerin hasarının telafisi ve bir takım hakların iadesi meselesinde de reddi miras yoluna gitmedi. Hatta geçmişin özrünü dileme yükümlülüğünü de üstlendi. Hani Sayın Kılıçdaroğlu, 7 Haziran sonrasında Devlet Bahçeli'ye ikide bir diyordu ya; “AK Parti'nin neden olduğu 13 yıllık hasarı düzeltelim” diye.. Asıl AK Parti, Hükümet olduğu günden bu yana onların (hükümetlerinin) maddi manevi hasarını toparlamaktan vakit bulup da gerçek performansının yüzde kaçını sergileyebilmiştir acaba?!

Biz, kendi şahsi çıkarlarımız için, kendi ikbalimiz, kendi istikbalimiz için bu yola çıkmadık. 73 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının derdi derdimizdir. Biz ayrımcılığı ortadan kaldırmaya, farklılıkları gidermeye, husumetleri yok etmeye, sevgiyi, aşkı, hakkı ve hukuku çoğaltmaya geldik.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2009 yılında yaptığı bu konuşma için, tam 8 yıl metin yazarlığını yapan (halen AK Parti milletvekili) Aydın Ünal bakın ne diyor;

“Sayın Cumhurbaşkanımızın 2009’da, AK Parti grubunda yaptığı Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi konuşması benim için (en zorlandıklarımdan biri olması yanında) en önemli, en etkili konuşmasıydı. Bir tarih, o gün o kürsüde sona erdi ve yeni bir süreç başladı.”

Kullanılan kavramlar ve Türkiye’nin kardeşliğine yapılan tariflerle, o konuşmanın adeta TBMM’nin 23 Nisan 1920’deki açılışı kadar büyük önemi olduğunu ifade ediyordu, o itirafın devamında Aydın Ünal.

Haksız sayılmazdı. Cumhuriyetin kuruluşundan beri süregelen asimilasyon, ret, inkâr politikalarıyla günbegün büyüyen (terörü de büyüten) mağduriyetler ilk kez Devlet ağzından dile getiriliyor, çözümden bahsediliyordu.

Bu bir mirastı ve AK Parti 2002’de iktidara geldiğinde, nasıl önceki hükümetlerin maddi borçlarını (Yunanistan'da yakın dönemde Çipras’ın yapmaya çalıştığı gibi) reddetmeyip omuzladıysa,

Yine geçmişteki baskıcı yönetimlerin hasarının telafisi ve bir takım hakların iadesi meselesinde de reddi miras yoluna gitmedi. Hatta geçmişin (Dersim) özrünü dileme yükümlülüğünü de üstlendi.

Hani Sayın Kılıçdaroğlu, 7 Haziran sonrasında Devlet Bahçeli'ye ikide bir diyordu ya (şu an gülüyorum); “AK Parti'nin neden olduğu 13 yıllık hasarı gelin beraber düzeltelim” diye,

Asıl AK Parti, Hükümet olduğu günden bu yana onların (hükümetlerinin) maddi manevi hasarını toparlamaktan vakit bulup da gerçek performansının yüzde kaçını sergileyebilmiştir acaba?!

***

Devlet hiç olmadığı kadar kararlıydı. Yanı sıra, meseleyi ortaya çıkaran Eski Türkiye’nin bütün sevap ve günahları için de sorumluluk sahibi...

Günü kurtaran pansuman tedbirler yerine, meselenin kökten halline hizmet eden bir politika geliştirmenin ve büyük devlet olma yolundaki en bariz engel olan etnik terörü dünyadaki emsalleri gibi çözmenin vakti gelmişti.

Geçmişten gelen hak ihlalleri için demokratik açılım süreci devreye sokuldu. Kürt olduğunu dillendirmenin dahi yasak olduğu yıllardan geçiş elbette öyle bir kaç gün içinde olmayacaktı, sürece yayıldı.

Devlet istedi ki Güneydoğuda kim ne sebepten dağa çıkıyorsa çıkmasın!  Şehit anneleri bir daha ağlamayacağı gibi, doymadan toprağa verilen evlatların ardından bundan böyle Kürtçe ağıtlar da yakılmasın.

Hak ve özgürlükler bağlamında yapılanlara ilaveten, ekonomik alanda da Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez Güneydoğuda dev yatırımlara imza atıldı, teşvikler sağlandı.

Bu anlayışla Türkiye’nin batısında ne varsa, doğusunda hiçbirinden mahrum kalınmasın istendi (eşit vatandaşlık). İyilik ve samimiyetin karşısında hiç bir kötülüğün tutunamayacağı öngörüldü.

İstihdam, kalkınmışlık, eğitim ve refah seviyesi ne kadar artırılırsa, terörün o kadar azaltılacağı hesabıyla hareket edildi (terör örgütünün ilkin yatırım alanlarını hedef almasından belli değil mi, isabet yakalandığı?)!

***

Bütün bu adımların atılmasında, cesaret ve kararlılık gösterebilen, inisiyatif almaktan çekinmeyen Erdoğan gibi güçlü bir liderin varlığı kadar,

Kuşkusuz tek başına birkaç dönem aralıksız iktidar olan güçlü hükümet avantajının sağladığı hareket alanı ve manevra kabiliyeti de gereken kararların zamanında alınması ve uygulanması noktasında etkendi.

Ancak, yasama- yürütme uyumu avantajına rağmen, Hükümeti zorlayan dönemler olmuyor değildi. Özellikle Milliyetçi ve Ulusalcı kanadı sağ sol çatışmalarından bu yana ilk kez ortak tepkilerde buluşturan “Çözüm Süreci” karşıtı refleksleri hatırlayalım…

(CHP’nin çözüm sürecine bir itiraz biçimi olarak da sahip çıktığı Ergenekon- Balyoz davalarından bildiğimiz Engin Alan’a MHP’nin yaklaşımı ve tabi çakışan söylemler de ‘somut örnek’ soracak olanlara gelsin.)

Hükümetin işi göründüğünden de zordu. Zira barışa ikna edilmesi gereken yalnızca terör örgütü değildi ve bırakın muhalif itirazları, aslında AK Parti tabanında da (özellikle ateşkesin PKK’ca bozulduğu dönemlerde artan) sürece dair bir rahatsızlıktan söz etmek mümkündü.

Çoğu Anadolulu, Türk Milliyetçisi hassasiyetlere sahip AK Partili cenahtaki endişeyi gideren asli unsursa, kuşkusuz Erdoğan’ın karizması dâhilindeki dönüştürücü gücüne ilaveten, o güne kadar yaptıklarının yapacaklarına güvence oluşuydu.

Yine de o, şahsi itibarının ötesinde teminat vermeye gerek duydu ve sık sık tekrar ettiği “tek bayrak, tek millet, tek vatan” vurgusuyla bölünme goygoycularını da cevapsız bırakmamış oldu!

***

Muhalefet içinse çözüm süreci bir şeyin teminatı olmuştu; fırsattan istifade yan gelip yatmanın…

Öyle ki hiçbir proje- vizyon üretmeden, yalnızca çözüm süreci ile ima ettikleri “bölünme” propagandasıyla uzunca süre siyasi varlık gösterdiler.

Hükümetin iyi niyetine şahit olmalarına rağmen, PKK tarafından ateşkesin bozulduğu her defasında; şehit cenazelerini, süreç ve AK Parti aleyhine toplumu galeyana getirme aracı olarak kullanmaktan çekinmediler.

Bakmayın bugün, örgütçe üstlenilen terör saldırıları üzerine gerçekleştirilen PKK’ya yönelik operasyonlar için bile utanmadan attıkları “90’lara dönüş..” gibi barışa dost görünümlü manşetlere!

Aslında hepimiz şahidiz ki onlar, sürecin sorunsuz yürütüldüğü o günlerde de (bu kez) toplumdaki “bölünme” hassasiyeti üzerinden yine barışın yoluna set çekmekle, duvar örmekle meşguldüler.

Öyle ki sürecin mimarlarından AK Parti Hükümeti (özellikle de Erdoğan); ülke için maddi manevi pahalıya mal olan ve bir tık ilerisi için takoz olan bu meseleyi sırf kan dökmeden halletmek istediği için “hain, bölücü” gibi damgalara maruz kalmıştı.

En entelektüel siyasi tartışmaları bile tıkayan bu “bölünüyoruz” senaryolu yıpratmaların, tam da “Laiklik elden gidiyor” silahının tutukluk yapmasından sonra özellikle sol muhalifler için iyi bir argüman olduğu açık.

Ki onlar da zaten, fırsatı tepmediler ve Hükümet bugün PKK saldırılarının hesabını sorduğunda ne diyorlar- yazıyorlarsa tam tersini o günlerde söylediler.


Hatice OLGUN
Yorum Yazın Tüm Yorumlar
Güvenlik
Galeri
Sayfanın tüm hakları Hatice OLGUN’a aittir. 2015 ©
ana sayfa | hakkımda | fotoğraf galerisi | çizimlerim | şiirler | haber & söyleşi | yazılarım | yazarlardan | Yorumlar | bana ulaşın KA İnternet Bilişim Teknolojileri Tic. Ltd. Şti.