Söyleyecek çok şey var ve böyle zamanlarda (şuradan beni kaç kişi okuyor olursa olsun) meramımı anlatacak bunun gibi bir köşem olduğu için şanslı addediyorum kendimi.
Hak edenler için sert yazıyorum, kabul. Ama çocuklar, hayvanlar, yaşlılar, yoksullar, hastalar, haksızlığa uğramışlar… Kısacası potansiyel / mevcut mağdurlar, nerdeyse kendi öz çocuklarım- ailem kadar yer işgal eder beynimde.
Bu kadar ciddiye almanın insanı hasta edeceğini, dünyanın kendine göre bir dengesi olduğunu ve içindeki bir zerre olarak, tasarrufum dışımdaki olan biteni bu denli sorgulamayıp akışa uymam gerektiğini söyleyenler oluyor.
Kısmen haklılar. Sonuçta, salonundaki kanepenin yerini değiştirir gibi ne büyük dengeleri değiştirebiliyorsun, ne üzüldün diye bir sivil ölümden kurtuluyor, ne de bütün gün suratını astın diye bir yerlerde savaş bitiyor.
Belalı bir durum bu. Günlük hayatı aksattığı oluyor. Sevdiklerin isyan ediyor, çünkü ailendeki fert sayısı kadar değil, daha ‘çok kişilik’ yaşıyorsun hayatınızı. Bir Türk asker, bir Arap çocuk, bir Filistin’li mahkum, bir Arakan’lı Müslüman,
Bir bilmem kim, bir bilmem kim daha.. Aynı çatı altında yaşıyorsun, o kadar kişi ile bi nevi sığışılmıyor!
***
Derdim övünmek değil, konuya buradan girdiysem sebebi var!
Geçenlerde laf açılıp da güncel konular üzerine konuştuğumuz arkadaşa; bugün Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda öldürme fiilini bizzat işleyen- üstlenen PKK olduğu halde,
Akan kandan ısrarla ülkenin Cumhurbaşkanlığı makamının sorumlu tutulmasını anlayamadığım gibi ahlaklı ya da iyi niyetli de bulmadığımı söyledim diye;
“Ama sen de bir anne değil misin, bu ölen vatan evlatlarına yüreğin yanmıyor mu?” gibi, söylediklerimden asla çıkarılamayacak.. Ve bu konulara olan hassasiyetimi de düşününce yanlış adrese yöneltilmişliği su götürmez sorusu üzerine açtım, bu yukarıdaki yarı mahremimi.
Neyse, soruya dönelim. Neymiş; bugün 1’er- 2’şer- 13’er- 15’er sayıdaki aslan gibi bedenleri al bayrağa sarılı tabutlarda gelen.. 1 tonluk patlayıcıların kullanıldığı hain saldırılarda kiminin beden bütünlüğü bozulmuş,
Çoğu 20’li yaşlardaki cenazeler için DNA testi beklendiği bu ortamda; benim hiç içim sızlamıyor, hiç üzülmüyor muymuşum.. Ben?? Ben mi? Hem de ben!
Düşünüyorum da bu soru bana sorulmayacağı gibi, sanki bugünden çok dünün sorusu olmalıydı (evet evet, kesinlikle dünün)! Dün, bu Devletin muktediri; “30 yıldır çocuklarımız ölüyor, gelin mesele her neyse kan dökmeden çözelim. Bir yolu olmalı.” dediğinde,
Sizler dört bir koldan (tıpkı bugünkü gibi) birleşip; “Efendim, 30 yıldır nasıl mücadele ediliyorsa öyle çözülmeli (yani ölerek- öldürerek- silahla- kanla)! Vay terör örgütüyle masaya oturdular, vay parçaladılar- amanın böldüler- bölecekler!” vıdı vıdılarıyla bu tarihi fırsatın içine ederken yani diyorum…
Yeter ki bir evlat kanı daha dökülmesin- bir anne daha ağlamasın diye “Ağrı dağı kadar risk almış”, “gerekirse baldıran zehrine talip” iradeye “hain, bölücü” dediğiniz gün işte… O gün sorulmalıydı o soru, hem de size!
Denmeliydi ki; “Bak şehit cenazeleri gelmiyor, ama sen de bir anne/ baba değil misin? Bu tutumun ne, yeniden acıyla dağlandığımız günlere dönmeyi Allah aşkına ister misin?”…!
***
Ama unutmuşum, hâlbuki onlar hesap vermezler, güvenli bir balkondan sadece ve yıllardır hesap sorarlar.
Malum.. Bir tek onlar doğrusunu bilir, yüzde kaç alırsa alsınlar onaylamadıkları hiçbir şey olmamalıdır, ülkenin asıl sahibidirler ve tabi bir tek kendileri ‘vatansever’dir!
Daha geçen Haziran’da kanlı terör örgütünün açık destekçisi HDP’ye alenen oy verip… Daha geçen Mayıs’ta Öcalan- Kemal Atatürk posterleri gölgesinde halaylar çekerek ele ele- gönül gönüle miting fotoğrafları vermiş olsalar bile!
Öte yanda.. Çoluk çocuğumuzun yarınını ilgilendiren bir şeyi, “barışı” müzakere için, kendilerinin açıktan el ele verdikleri ayrılıkçı gruplarla iletişime mecbur kalmış olanlar nedir (onlar için)? Söyleyeyim; “hain”dir (aynı halaya durmamış, aynı partiye basmamış olsalar bile)!
Öyle konforlu bir durumdur ki bu, sormayın gitsin.. Kimseyi bir şeye inandırmaları da gerekmez (hain olmadıklarına, vatansever olduklarına, barışçıl ve hümanist olduklarına.. bilmem ne).
Sokağa çıktıklarında haklıdırlar. Kaldırımları söküp polisin kafasını yardıklarında haklıdırlar. Dükkân yağmaladıklarında, yaktıkları aracın üstünde selfie aldıklarında, özürlü asansörünü kırdıklarında bile ‘çiçek çocuk’tur onlar!
Y kuşağıdırlar, farkındalıkları kimselerde yoktur. ‘Tertemiz’dirler, alınlarından öpülesidir (Kılıçdaroğlu diyor).. Savcımızı polisimizi öldüren örgüt flamasıyla zafer işareti yapan fotoları bulunmuş olsa ne, onlar sadece “ekmek almaya gitmiş”lerdir!
Milyarlarca lira zarara mal olan bu eylemler de sadece “demokratik hak”tır..
Ama öte yanda başka gençler; kendi çizgilerinde bir gazetenin (kabul edip, basılı özür bile dilediği) iftirasını protesto amacıyla (söz konusu gazete binası önünde) toplanır da.. İçlerinden 1-2’si o öfkeyle 1 tek cam indirirse vay haline! ‘Vandal’ olmadığına inandırmak zorundadır.
Dahası var.. Anayasayı beğenmezler, ama anayasa yapmaya ikna etmek zorundayızdır. Hukuki karar aleyhlerindeyse, hukuka uygunluğuna ikna etmek zorundayızdır.
Her hangi bir muhalif gazete, köşe yazarıyla sorun yaşayıp yolları ayırsa “attırılmadığına” ikna etmek zorundayızdır.
Türkiye’ye sığınan 2,5 milyon Suriye’liyi (tüm itiraz ve suçlamalara rağmen) iki yıldır ağırladığı halde, İptidai şartlarda (Suriye’deki o diktatörün bombalarından) kaçarken can verip, Bodrum’da karaya vuran minik bedenin katilinin kim olduğunu (bildikleri halde) tek tek anlatmak zorundayızdır!
Bitmedi! Köprüye ikna etmek zorundayızdır… Tünele, hızlı trene, Marmaray’a, havaalanına, elektrik santraline… İktidar, kaynak bulan- inşa eden olduğu gibi, elma- armut bilmem ne platformlarını da o hizmete ikna eden olmak durumundadır.
Dedim ya konfor! Karşı çıktığın hızlı trenle 3 saatte Ankara’dan İstanbul’a gideceksin, yarın o “adı Emine olsun, gelen geçen….” dediğin köprüden geçeceksin, yapılmaması için ortalığı yıktığın havaalanından oraya buraya seyahat edeceksin..
Üstüne bir de paşa gönlün yapılacak, ikna edileceksin! Oh ne ala, ne memleket!
***
Dün de böyleydi, ikna etmek zorundaydık..
Şeriat gelmeyeceğine, Laikliğin elden gitmeyeceğine.. AK Parti iktidarında baş örtmek, oruç tutmak zorunda kalmayacaklarına.. Rejimin hiç bi yere gitmeyeceğine, İran olmayacağımıza (Bak şimdi İran’la bugünkü flörtlerini düşündüm de, tövbe tövbe.. Neyse) !
Cumhuriyet yürüyüşleri, 367’ler, kapatma davalarıyla haksız tepkilere dönüştürdükleri, saçma sapan korkularının boş olduğuna… Başörtülü öğretmenin çocukları ham yapmayacağına, başörtülü doktorun vampir olmadığına, başörtüyle okumanın bir hak olduğuna!
Şiir okumanın hapse girme sebebi olmaması gerektiğine.. İnsanlar kendi dilini konuşursa, yaşmaklı anne oğlunun yemin törenine giderse, çocuklar yazın camide Kuran öğrenirse kıyametin kopmayacağına!
Dün ‘ölümden başka bir çözüm olmalı’ diyerek barışa ikna etmemiz gerekti. Bugün o iyi niyet suiistimal edilince, edenlerle haklı mücadeleye! Apaçık bir meşru müdafaa olarak şehitlerimizin hesabını sormaya (evet, ilginçtir buna bile mesela)!
Hep ikna, hep ikna.. Hatta hem icraat, hem ikna.
Bugün PKK’nın saldırılarında katledilen askerlerin cenazelerinin geldiği kerpiç duvarlı evlerin insanlarına bakın. Pek çoğu sandıktaki tercihinden ötürü ‘koyun’ denilen, “çinkosu eksik buğday yemiş” tabiriyle aklı eleştirilen Anadolu’lular çoğunca şehit olanlar.
Güneydoğu’da öldürülen yahut kaçırılan tüm partililer de hakeza aynı “koyun” partisinden!
Askerliği bedelli yapıp, ferah ferah Boğaza karşı “şehit” duyarı kasan twitler atarken.. Öte yandan seçimlerde de terör destekçisi HDP’ye hiç tereddütsüz basarken..
Yerinize askere giden garibanların katili olan ve (HDP sempatiniz hatrına) açıkça kınayamadığınız PKK’ya yapılacak operasyonlar için bile de sizi ikna etmek durumundayız öyle mi?
Sahiden de.. Konfora bak, konfora!
Hatice Olgun