ana sayfa hakkımda şiirlerim yorumlar
1
2
3
4
5
tüm yazılarım
facebook | Hatice OLGUN Twitter | Hatice OLGUN
Ana Sayfa
Menü
Öz Geçmiş
Yazılarım
Çizimlerim
Şiirlerim
Fotoğraf Galerisi
Haber & Söyleşi
Yazarlardan
Yorumlar
Bana Ulaşın
Yazılarım / 1 Kasım'ın Sonuçları Üzerine « geri
Yeni kurulacak hükumette an itibarıyla “birlik beraberlik dili” hakim, 7 Haziran akşamı muhalefet partisi liderlerinin kin nefret dolu söylemlerine rağmen hem de.. Bunda elbette ki 7 Haziran'da seçmenin AK Parti’ye çektiği ihtar etkilidir, inkâr edemeyiz. Zira demokrasi dersler verir, vermelidir (temennimiz, muhalefetin de sonuçlardan bazı dersler çıkarabilmesi). Dolayısıyla diyorum ki; 7 Haziran sonuçları ve sonrasındaki 'kötü ama bir o kadar öğretici' bu beş aylık süreç dâhil, aslında hepsinde hayır var büyük resme baktığımızda. Türkiye için güzel bir dönem başlıyor ve fakat halkı/ demokratik tercihlerini aşağılayan sesleri yazık ki hala duyuyor ve marjinal kabul etmek istiyoruz artık. Aksi halde bu sesleri de içinde barındıran muhalefetin, kutuplaşmadan şikayet etmeye hakları kalmayacak benden söylemesi..

İkinci Kasım Devrimi

Kasım 2002’de ilk kez girdiği seçimden tek başına iktidar zaferiyle çıkmıştı AK Parti.

Tabiri caizse üçer beşer günlük koalisyonlara alışık Türkiye’de uzunca bir aradan sonra çıkan bu tek başına iktidar için Anadolu İhtilali denmişti o zamanlar.

Ve tam 13 yıl sonra (7 Haziran’daki o bir seçimlik molanın ardından) geçtiğimiz 1 Kasım’da 5. kez girdiği genel seçimde kazandığı bu zafer için, İkinci Kasım Devrimi denmesi de bu yüzdendir.

13 yıldır yönetimde kalıp, (kaçınılmaz bir genel siyasi sonuç olarak) beklenen iktidar yıpranmasının üzerine bir de Türkiye’nin etnik- kültürel- mezhepsel hassasiyetlerini ve jeopolitik konumu kaynaklı ağır imtihanlarını eklediğinizde,

Bütün bu olumsuzluklara rağmen,13 yıl sonra hala ülkenin yarısının teveccühünü kazanan bir parti olmak yalnızca Türkiye şartlarında değil, dünya genelindeki siyaset kitaplarına konu olacak bir başarıdır.

“Sivrisineklerin ömrü bir gündür, güllerinki üç gün. Kedilerin ömrü on üç yıldır, aşkınki üç. Böyle işte..." diyordu Frederic Beigbeder, meşhur “Aşkın Ömrü Üç Yıldır” romanında.

Değilmiş demek ;) Sadece AK Parti nezdinde söylemiyorum bakın, darbelerden baskılardan çok çekmiş bu halkın demokrasiye aşkı; değil üç, daha üç bin yıl bitmez..

Beş aylık Fetret Dönemi..

Ne demiştik, bunca yıllık iktidar yıpranmışlığına ilave spesifik bazı ülkesel- bölgesel açmazlara rağmen alınan bu son % 50 oy oranı, AK Parti’nin tartışılmaz başarısıdır.

Fakat kabul edelim ki bu başarıda; Türkiye’deki muhalefetin beceriksizliğinin, halkın gözünden kaçmayan samimiyetsizliğinin, demokrasi dışı hile- entrikalara meylinin ve tabi bütün bu çerçevede seçmene güven vermeyişinin de etkisi büyük.

Peki, her şeye rağmen bir fırsatı hak ediyorlar mıydı, kesin kanıya varmak için denemek gerekmez miydi? Halk bu sorulara “evet” demiş olmalı ki her şeye rağmen muhalefeti denemek istedi.

Zira 7 Haziran sonuçları, aslında Türkiye’deki muhalefet üzerinde seçmenin uyguladığı gizli bir güven testi idi. Halk bir yandan AK Parti’ye bazı eleştirel sinyaller gönderirken, aynı zamanda muhalefet partilerinin AK Parti olmadan ne yapıp- yapamayacağını da görmeyi bekledi.

Sonuç mu? Sonuç; “ah ne bilirdim, istemez olaydım ” şeklinde sona eren.. Terörün yeniden hortladığı, yükselen dolar ve buna bağlı tüketici fiyatlarındaki artışla vatandaş ekonomisi yanında makro bazda ülkesel yatırımlar ve büyümenin de durakladığı yaklaşık 5 aylık bir Fetret Devri!

7 Haziran akşamı açıkça gözlenebilen bir kin ve nefretle “AK Parti’yle asla!” diyen, “asılmayacak, yargılanacaksınız” tehditleri yağdıran muhalefetinse, aslında AK Parti’siz bırakın ülke yönetmeyi (af buyurun) küçük su dökmeye bile gidemeyeceklerini anlamaları için sadece ertesi günü (8 Haziran) beklemeleri yetti.

Terör dahil bütün kötücül odakların ülke aleyhine çabasının gün yüzüne çıktığı- tavan yaptığı bu bıçak sırtı dönemde onlar ne bir araya gelebildi, ne de Devleti başsız bırakmamak adına inisiyatifi ele alanlara bir el verdi!

Halksa.. Bu 5 ayı dikkatlice izledi, gözledi, değerlendirdi ve ilk fırsatta (bir sonraki seçimde) cezalandırmak üzere aklında tuttu!

Seçmen Hükümete ne mesaj verdi?

Mesaj deyince orada bir duralım tabi.

7 Haziran seçimi sonrası (hiç de kendilerinden duymaya alışkın olmadığımız) halk- tercih- demokrasi vurguları yapan gazeteci ve televizyoncuları arıyor bu seçimde de gözlerimiz (ama o da ne, galiba dillerini yutmuşlar!).

Halbuki, 7 Haziran’da her biri ne kadar da iyi anlıyordu halkın dilinden. Halk, “AK Parti’ye yeter dedi” diyordu. Halk, “diktatör istemiyor” diyordu. Halk “baskıdan, yoksulluktan, kutuplaşmadan bıktı” diyordu.

Bekliyoruz ki bu seçimde de iki laf eder, mantık yürütürler belki. Öyle ya.. Ne oldu da (bir önceki seçimde aklını, öngörüsünü öve öve bitiremediğiniz) bu halk, % 50 ile AK Parti’yi yeniden başının tacı yaptı (bu sefer mesajı sevmediler sanırım ;)?

Neyse, tamam biz söyleyelim. 1 Kasım’da seçmen Hükümete dedi ki; “PKK ile yoğun mücadeleni onaylıyorum. Zaten ‘Saray kan istiyor safsatasına inanmadım, kimin önce vurduğunu gördüm, biliyorum. Paralel yapının, TC Devletinin kurumlarından hızla tasfiyesine destek veriyorum.“

Ve en önemlisi de şunu söyledi seçmen 1 Kasım’da; “Cumhurbaşkanını ben oraya % 52 ile seçip, arada sırada 1-2 kâğıda imza atsın, kalan zamanda pişpirik oynasın(!) diye göndermedim.

Yetkilerinin tartışmaya açılmasına, liderlik kabiliyetinin atıl bırakılma çabalarına karşıyım. Nokta!”

Peki, Muhalefete ne dedi?

1 Kasım seçim sonuçları muhalefet partileri (hatta medyası için de) için de yoğun mesajlar içeriyordu.

“Saray” edebiyatı yapanlara dedi ki; “Seçtiğim Cumhurbaşkanıyla- klozetiyle sifonuyla- çatal bıçak takımıyla- yemek masasıyla- ailesiyle uğraşıp durma, bunca ciddi gündem arasında! Yapabiliyorsan o makama sen geç, sen seçil, sen hizmet et.”

“Seni Başkan yaptırmayacağız” edebiyatı yapanlara (barajı güç bela geçirerek) dedi ki; “mevcut sistemi bana övme, nasıl tıkandığını beş aydır gözümle gördüm. Başkanlığı da tartışabilirim, ülke lehine parlamenter sistemin revizyonunu da.”

CHP’ye dedi ki; “Paralel yapıdan uzak durmadın. Savcımız şehit edildiğinde teröre tavır koyamadın. PKK terörünün en kritik zamanlarında Devletle işbirliği yapmak yerine, çocuklarımızı şehit edenlerin cenazesine katılanlarla ağız birliği yaptın! Dün 'bölüyorlar' diyen sen, bugün açıkça öz yönetim ilan edenlerle kol kolasın.”

MHP’ye dedi ki; “Sanki geçmişte çok daha uyumsuz partilerle türlü ortaklıklara ‘evet’ dememişsin gibi, bu en kritik dönemde ‘4 madde’ inadınla koalisyona, seçim hükümetine, geçici hükümete ve her şeye “hayır” diyerek her yolu tıkadın.

Güç bela kurulan hükümete yemin ettirmeyerek, bölücülere zaman sağladın.. Milli'yim- milliyetçiyim deme, olamadın!”

HDP’ye gelince, PKK’dan bahsetmeden olmaz

7 Haziran akşamı, Batı’dan aldığı emanet oyların hakkını vereceğini ifade ederken, Türkiyelileşme vaadinin arkasında duracağını ima ediyordu aslında Demirtaş.

Eş Başkan Figen'le ikisi, okul yıllarından bildiğimiz o milli bayramlarda anıta çelenk koymaları için seçilen “bir erkek– bir kız örnek öğrenci” figürü gibi en ciciş halleriyle oturuyordu basın mensuplarının önünde.

Yazık ki çok sürmedi. Kısa süre sonra Türkiyelileşeceğiz diyen parti; özyönetim ilan etmeye, sırtını yasladığı terör örgütlerinin adını sayıp dökmeye, terörist cenazelerinde TC’yi/ TSK’yı katil ilan etmeye başladı!

Aynı süreçte PKK kan döktü, mayın döşedi, canlı bomba patlattı, hastane yaktı, ambulans kaçırdı, doktorlarımızı- polislerimizi- askerlerimizi şehit etti. 7 Haziran akşamı ve öncesinde barış güvercini kesilen HDP; işbirlikçisi PKK’ya tek laf etmezken, üstelik onunla mücadele eden TSK’yı kınadı.

Çatışmalar sadece asker- terörist arasında olmadı. Siviller zarar gördü, çocuklar öldü. Esnaf kepenk kapattı, AK Parti döneminde (götürülen hizmetle) artık Batı illerinden çok da farkı kalmamış Güneydoğu,

Delik deşik binalar, bombalanmış köprüler, kilit vurulmuş okullar, istifa edip giden doktorlar, kazılmış yollar ve hendeklerle, beş ayda nerdeyse elli yıl önceye gitti!

(Ve bunu, Kürt halkının refahı için savaştığını, varlık sebebinin Kürt halkı olduğunu söyleyen PKK yaptı..)

HDP sandıkta cezalandırıldı..

Bütün bunlar olurken, halkın sessizliği; tepkisinin PKK’ya olduğunun, ancak korkudan sustuğunun deliliydi.

Zira, örgütün ve HDP’nin isyan çağrıları tabanda bir türlü karşılık bulmuyor ve zaten (resmi otoriteden çekiniyorlar da konuşmuyorlar desek) Türkiye'de hükümet karşıtı olan da (küfür- hakaret dahil olmak üzere) en ufak ifade sıkıntısı yaşamıyordu ki..

Aslında Kürt halkı, Güneydoğuda özellikle 2010 sonrası hızla artan refaha, yatırımlara, istihdama ve en önemlisi de Devletin sağladığı çatışmasızlık sürecinin getirdiği huzura alışmıştı.

Bu son süreçte ise PKK’nın barışa (ve aslında bütün bu kazanımlara) sıktığı kurşunla, barışı getireceğini vaat eden HDP’nin savaş yanlısı tutumundan hoşnut kalmadı. Konuşamadığı için de, sessizce ve adeta dişini sıkarak sandığı bekledi.

Zaten bir önceki seçimde dindar Kürtlerin HDP’ye destek vermesi hali, hala ayrı bir kafa karışıklığıdır. Zira, seçim öncesi “musluklardan kan akar” tehdit afişleriyle, muhtar cinayetlerine kadar varan PKK baskısının,

Seçimde de örgüt eliyle (HDP lehine) toplu oy kullandırmaların belgelendiği Bölgede; sandık güvenliğinin sağlandığı bu son seçimden çıkan sonuç, 7 Haziran için ima ettiğim şeyin (hile) sağlaması gibidir.

Sonuç olarak; güvenliğin sağlanmasıyla ya da PKK ve HDP’nin son dönemde yaşattıklarının etkisiyle (hangisini diyorsak) diyelim, bölge insanı bu seçimde HDP’yi sandıkta cezalandırdı.

Haziran seçimlerinde Doğuda en yüksek siyasi varlık göstererek 14 ilde birinci çıkan HDP, bu seçimde yalnızca Batıdan değil, Doğudaki ‘kendi insanı’ndan da veto yedi!

7 Haziran’da Kars ve Ardahan’da da birinci parti olan HDP, bu seçimde o illerde birinciliği AK Parti’ye kaptırdığı gibi; Muş’da % 24, Bingöl’de % 15, Van'da % 13, Ağrı’da % 12, Kars’da % 12’lik önemli düşüşler yaşadı.

(Bütün bunlar paralelinde, 1 Kasım öncesinde hala HDP’yi % 13 ve üzeri gösteren tüm tahmin ve anketlere de şahsen itibar etmemiş, düşüş beklentimi şimdi sıraladığım sebeplerle belirtmiştim.)

Sonuç Olarak..

Hala ideolojik güdülerle sonuca karşı çıkanlar varsa da güçlü bir tek parti iktidarı içerde ve dışarda birçok avantajları da beraberinde getiriyor.

En öncelikli avantajı ise; şu son beş aydır süren ‘iğreti’ yönetimin kötücül odaklara sağladığı psikolojik rahatlamayla ortaya çıkan ve negatif gelişmelerin tavan yaptığı ‘belirsizlik’ döneminin sona erip önümüzü daha net görebilecek olmamamızdır.

Terör, kaos, kriz üçlüsü istikrar sevmez zira. Sevmez çünkü, gelişip serpilmek için uygun PH'yı bulamaz siyasi güven ortamında.. (5 Haziran’dan önce terör gündemimizde miydi diye düşünün). Dolayısıyla, “Saray kan istiyor” saçmalığının da 1 Kasım’da halk nezdinde beş para etmediğine hep birlikte şahit olduktan sonra diyebiliriz ki; önümüzdeki dönemde teröre inşallah diz çöktürülecektir.

Yalnızca içerde değil, dış politikada da eli güçlenmiş bir Türkiye var artık. Almanya, ABD gibi aktörlerin ilk anda tebrik edişlerinden anlıyoruz ki Türkiye eskisinden güçlü bir stratejik konumda olacak ve bölgesindeki gelişmelerde tekrar edilgen konuma çekilemeyerek (çabalar bu yöndeydi), milli çıkarlarını gözetebilecektir.

Ekonomiye gelecek olursak.. Daha 1 Kasım akşamı düşen dolar aslında, bu alandaki gelecek güzel gelişmelerin de ilk işaretidir takdir edersiniz. Yabancı yatırım- döviz- sıcak para girişi gibi pozitif terimleri sıkça duyuyor olacağız yakın zamanlarda.

Ve tabiki cebimize yansıyacak bütün bu gelişmeler. Asgari ücret, gayrisafi yurt içi hâsıla, kişi başı milli gelir gibi ekonomik belirleyici rakamlardaki artışlar yalnızca AK Parti’ye oy veren seçmenin değil, hepimizin yüzünü güldürecek totalde.

Sonuçta.. İlk kez PKK’yla bu kadar etkin mücadele edebilmemizi sağlayan milli yazılımlı savunma sanayimiz de, yerli helikopter- uçak- otomobil girişimlerimiz de,

Uzaya gönderdiğimiz Türksat 3 A, 4 A, 4 B'lerle Göktürk 1-2 uyduları da.. Santraller- havalimanları- köprüler- hızlı trenler- yollar da.. Hepsi bizim, hepimizin sonuçta.

Birlik dili dikkat çekici..

Gerek AK Parti’nin Lideri Sn Davutoğlu'nun, daha 1 Kasım’da resmi olmayan sonuçlar açıklandığı ilk andaki balkon konuşmasında vurguladığı,

Akabinde MKYK sonrası parti sözcüsü Ömer Çelik’in de üstüne basa basa tekrarladığı üzere yeni kurulacak hükümette an itibarıyla “birlik beraberlik dili” hakim..

(7 Haziran gecesi muhalefet partili liderlerin konuşmalarındaki tehdit, kin, nefret söylemlerine rağmen hem de, bu “rövanşist olmayacağız” teminatı.. Helal olsun!)

Bunda elbette ki 7 Haziran’da seçmenin AK Parti’ye ‘kendine çeki düzen vermesi için’ çektiği ihtar da etkilidir, inkâr edemeyiz. Zira demokrasi dersler de verir, vermelidir (temennimiz, muhalefetin de dersler çıkarabilmesi..).

Dolayısıyla diyorum ki; 7 Haziran sonuçları ve sonrasında AK Parti/ tek parti dışındaki alternatifler hakkındaki soru işaretlerimizi kaldırdığımız bu beş aylık süreç de dâhil, hepsinde bir hayır var büyük resme baktığımızda.

Türkiye için güzel bir dönem başlıyor ve fakat halkı ve demokratik seçimlerini hala aşağılayan sesleri de yazık ki hala duyuyor ve marjinal kabul etmek istiyoruz artık.

Seçmene ve tercihlerine bu en ağır hakaretleri edenlerin de içinde olduğu muhalefetin, sanırım tavır ve duruşuyla ikna etmesi gerekiyor milletin diğer % 50’sini (o çatlak seslerin marjinal olduğuna),

Aksi halde kutuplaşmadan şikayet etmeye hiç mi hiç hakları kalmayacak benden söylemesi..


Hatice OLGUN

Yorum Yazın Tüm Yorumlar
Güvenlik
Galeri
Sayfanın tüm hakları Hatice OLGUN’a aittir. 2015 ©
ana sayfa | hakkımda | fotoğraf galerisi | çizimlerim | şiirler | haber & söyleşi | yazılarım | yazarlardan | Yorumlar | bana ulaşın KA İnternet Bilişim Teknolojileri Tic. Ltd. Şti.