1 Kasım seçimleriyle, yoğun bakımdan çıkarak tüm sıhhatiyle aramıza dönen istikrarı baltalamaya çalışacaklarını, “AK Parti kazansa bile ülkeyi yönetilemez kılma” tehdidinden bekliyorduk aslında.
Bu minvalde gayet de ‘idmanlı’ olan son TC Hükümeti, bir yanda; kendi güneydoğusunda barış çubuğunu reddederek yeniden silaha sarılan PKK terör örgütüne karşı (sivil hassasiyetiyle) en çetin mücadeleyi verirken,
Diğer yanda; Suriye’deki iç savaş kaynaklı sınır güvenliği, mülteci meselesi gibi bir takım sorunlarla ve o sorunların çözümünü tıkayan rejim yanlısı unsurlarla gerek doğrudan (PYD, DAEŞ) ve gerekse de dolaylı olarak (Rusya, Suriye, İran’a ilaveten şimdi de ABD ile) cebelleşmek durumunda.
Ve aslında iki ayrı koldan gibi görünse de (özellikle zamanlaması itibarıyla da) olay; Rusya’nın Suriye’deki ‘bağzı özel işlerini’ rahatça görebilmesi için, Türkiye’yi kendi güneydoğusu ile oyalama, mesaisini- enerjisini buraya akıtma taktiği olup, aynı üst aklın işidir.
Lakin bu evdeki hesaptır ve elbette çarşıya uymadı. Zira, her türlü iç- dış takoza rağmen, sınırları içindeki (halen de devam eden) PKK terörüyle mücadelesinde ilerleme kaydeden Türkiye,
Aynı zamanda yanı başında, Suriye’de süren iç savaştan doğan mağduriyetlerinin telafisine yönelik meşru müdafaa haklarını kullanmaktan geri durmamak suretiyle,
Bugünlerde sıkça duyduğumuz Azez- Cerablus hattı üzerinde (sözde DAEŞ’ten arındırılarak) tam da burnumuzun dibine bir kanton kurma niyeti bilinen PYD’yi yerleştirmeye yönelik oyununu bozmaya kalkıp da;
30 küsur yıldır askerine- polisine- istikrarına- ekonomisine- hatta haklarını savunduğunu iddia ettiği Kürdün kendisine bile kurşun sıkan PKK’nın Suriye’deki kolu ve açık destekçisi olan PYD’ye topçu ateşi başlatınca olanlar oldu!
Bırakın okulları, pazaryerlerini, diğer benzer sivil yerleşim alanlarını.. Daha 2 gün önce Azez’de bir kadın doğum hastanesinin kuvözündeki bebekleri vuran Rusya ile, tam beş yıldır çoluk çocuk kadın kendi halkını havadan katleden Esed’e sözünü dinletemeyen BM,
Burnunun dibinde aleyhte faaliyetlerde bulunan (müdahil olmazsa kuvvetle muhtemelen komşu olacağı) kanlı örgütün uzantısı PYD’ye karşı başlattığı haklı saldırı refleksini durdurması konusunda Türkiye’ye uyarı yaptı!
Gerçi müttefikimiz (cidden o nasıl müttefikse!) ABD, aynı uyarıyı; “Türkiye ateşi kesmeli, PYD de toprak ele geçirmeye yönelik hareket etmemeli” gibi,
Yumuşak ve baş- karın ağrıtmayacak sözlerle zaten dillendirerek, TC Cumhurbaşkanının; “Müttefikin kim ey ABD, ben miyim PYD mi?” sorusuna, “ikiniz de benim bebeklerimsiniz” mesajı vermişse de…
Meşru kanalların çifte standardını da bir kez daha gözler önüne seren uyarılar yoluyla frenlemeye çalıştığı Türkiye’ye, kapalı kapılar arkasında da hızını kesecek formül (artık en bilindik usulle) gecikmedi.
Güneydoğudaki terör konusunda hükümeti suçlamaya devam edenlerin marjinal kalmaya başladığı ve terörle mücadelenin % 80’lerde destek gördüğü mevcut ortamda, Suriye’ye de enerjisi yeten Türkiye için bir sonraki oyalama taktiğine geçildi;
Büyük şehirlerden birini yine kana bulama, dayanılmaz görüntüler- asılsız kan anonsları- ikinci patlama söylentileriyle bir güvenlik zafiyeti yaratma ve sonrasında da adet olduğu üzere;
Kimi muhalefet unsurlarının terör örgütlerini- terörü lanetlemek yerine yine ilkin hükümeti suçlaması, baskı kurması..
Plan uygulandı, ve; Ankara'da, İnönü Bulvarı'nı Dikmen Caddesi'ne bağlayan Merasim Sokak'ta askeri servis araçlarının geçişi sırasında o hain patlama gerçekleştirildi.
İlk belirlemelere göre 28 kişi hayatını kaybetti, 61 kişi de yaralandı. Ardından (aynı planlandığı ve daha önceden tecrübe edildiği gibi) asılsız anons ve haberlerle halkın galeyanı hedeflenirken, medyadan- akademisyenlerden- siyasilerden kimi kullanışlılar da terörü değil, hükümeti kınayan söylemleriyle harekete geçti bile.
Bu sefer (MİT eliyle) hükümetin kendisinin bombayı koyduğunu söyleyecek kadar uçmadılar (insaftan değil tabi, bu yöntemin 1 Kasım’da geri tepmesi asıl etken). Yerine, uygulanan iç dış politikalarla teröre zemin hazırlamakla itham ettiler hükümeti.
İnsan sormadan edemiyor tam da bu noktada: Suriye’ye müdahil olmakla suçlanan hükümet bu tavrının ceremesini ülkeye ödetiyorsa (o kanıya göre); Rusya, İran, ABD ile Suriye’de DAEŞ’le mücadele bahanesiyle varlık gösteren AB devletlerinin (Paris’in göbeğinde terörle vurulan Fransa istisna olmak üzere) ödediği bir fatura gören var mı ortada?
Ya o faturanın, hep Türkiye’ye ödetiliyor olması; 1- Yeni Türkiye aleyhtarı iç- dış işbirlikçi odakların senkronizasyonunu işaret edişiyle, 2- Türkiye’nin coğrafi konum itibarıyla Suriye’deki iç savaştan, sahnedeki diğer ülkelerin çok daha ötesinde etkilendiğine,
Ve bu bağlamda olaya dahlinin; dünyanın öteki ucundan maydanoz olan ABD’den, kuzey kutbundan koşan Rusya’dan ve daha pek çoğunun durumdan vazife çıkarışından çok daha meşru olduğuna dair dillendirdiği tezini de haklı kılmaz mı?
Oyun hep aynı, fail de (artık hiç de şaşırtıcı olmayan biçimde)… Bombalı aracı kullanan teröristin kimliği, parmak izinden belli oldu; Suriye uyruklu YPG mensubu Salih Necar!
Öteden beri Kuzey Suriye’deki kamplarında can düşmanımız PKK’yı barındıran (hepsini inkar etse 52 kurban verdiğimiz Reyhanlı'nın kesin faili, azmettiricisi) Suriye’den hele de şu dönemde beklemeyeceğimiz şey değildi gerçi ama,
Saldırının; yalnızca El Muhaberat’ın, PKK- PYD’nin yahut DAEŞ gibi taşeronlardan birinin işi olduğunu söyleyerek (hala uçak krizi düşmanlığıyla hareket eden) Rusya’yı, (ambargo sonrası ticari kıpırdanmalara rağmen) İran’ı, (müttefikliği sorgulanacak düzeydeki) ABD’yi de aklayamayız.
Hele zamanlamaya baktığımızda; Davutoğlu’nun yarıda kesip geldiği Brüksel görüşmeleri (ki toplantı ertelendi), TSK’nın PYD’ye müdahalesi ve tabi (CHP’nin kalkmasına rağmen) masadaki anayasa ile halkın benimsemeye başladığı gözlenen başkanlık tartışmalarının da sürdüğü döneme denkliğini düşündüğümüzde ayrıca anlamlı!
Şunu biliyoruz ki Türkiye (içindeki çatlak seslere rağmen) teröre, terörün her türlüsüne karşı sert ve kararlı mücadelesini sürdürecektir. Saldırının altında YPG/ PYD mensubu Suriyeli canlı bombanın çıkması haberini kamuoyu ile paylaşan Başbakan Davutoğlu da bugün aynı kararlılıkla yaptı açıklamasını:
”YPG adlı terör örgütünün neler yaptığını delillerle ortaya koyacağız. Nasıl El Kaide ve DAİŞ masaya oturamıyorsa, YPG de oturamaz. Bugün dünyaya ve müttefiklerimize sesleniyorum:
Terör örgütleriyle mi, bizimle mi yürüyeceksiniz!”
Hatice OLGUN
18.02.2016