ana sayfa hakkımda şiirlerim yorumlar
1
2
3
4
5
tüm yazılarım
facebook | Hatice OLGUN Twitter | Hatice OLGUN
Ana Sayfa
Menü
Öz Geçmiş
Yazılarım
Çizimlerim
Şiirlerim
Fotoğraf Galerisi
Haber & Söyleşi
Yazarlardan
Yorumlar
Bana Ulaşın
Yazılarım / Börek de açarım dekolte de giymem, sana ne! « geri
Aslında tüm toplumun vicdanını yaralayan haberlere yorum yaparken cümlene “bu ülkede, bu zihniyetle” diye başlarsan.. Mürekkep yalamış 'kullanışlı'lar arasında kampanyalar başlatıp imza toplarsan.. Çocuk istismarlarını tasvir ederken “hacı amca” tiplemesi kodlarsan.. Tecavüzcüler aleyhine çıkarılmaya çalışılan yasalara (bknz: hadım yasası) dün karşı çıktığını unutup, mevcut yasalarla bir türlü alınamayan kararlar üzerinden iktidar tecavüzü teşvik ediyor gibi yaparsan.. Haliyle o zaman bütüün o yüz kızartıcı suçları da ‘çinkosu eksik buğday yemiş’ kesime yükleyebiliyorsun, aferin!

İzmir’in Karşıyaka Belediyesi, 8 Mart Kadınlar Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla bilboardlara astırdığı "Sana ne!" temalı afişlerle gündeme geldi.

“Börek açmam, dekolte giyerim, gece gezerim, lezbiyenim, biseksüelim… Sana ne!” şeklindeki versiyonları gündemi epeyce işgal eden söylemlerle, “örümcek beyinler” üzerinden hedef alınan kavram pek tabii muhafazakârlık ve muhafazakârlık iddiasındaki hükümetle aynı zamanda ülkenin büyük çoğunluğunun yaşam tarzıydı.

En dolaylı ifadeler- dil sürçmeleri üzerinden bile, çeşitli zamanlarda yaşam tarzlarına dil uzatıldığını iddia eden bu grubun, ülkelerindeki “börek açan- dekolte giymeyen- gece gezmeyen” birilerini ötekileştiren dil kullanması ilk de değildi zaten.

Hatırlarsınız; belli süreyi aşmış gebeliklerde (zaruret halleri dışında) kürtajın, genç nüfus artışı lehine kısıtlanmasının konuşulduğu günlerde (ki devletin buna ancak doğumu teşvik- özendirme politikası yoluyla dolaylı müdahil olabileceğini, kürtajın savunulur olmadığı gibi yasağın da doğru olmadığını söyleyenlerdendim);

“Sevişirim doğurmam.. Sana ne!” şeklindeki gayet kaba- telaffuzu zor itirazını da az duymadık aynı ağızlardan (ki onlar, zaman zaman otoriteyi nobranlıkla eleştirenlerin ta kendisiydi).

Bunun, bir öfke halinin dışa vurumu olduğunu düşünebiliriz, (dünyanın her yerindeki kitlesel tepkilerde olduğu gibi) mümkündür, olabilir de..

Ve belki o vakit de anlamsızlaşacak ve tartışmaya açılacak olan, muktedirin; “Sevişirim doğurmam sana ne” diyerek azarlandığı (bu) ülkedeki, çoğunca gayet de yapay olduğu anlaşılan ‘ifade özgürlüğü’ gündemi olabilir.

Hele de yapıp ettiklerine karışılmaması konusunda bu yaygaraları koparanların (geçmişte insanları kılık kıyafet ve yaşam şekillerine göre ayrıma tabi tutarak, hatta resmi alandan men eden taraf oluşlarına  girmiyorum bile),

Öte yandan; "3. Köprü, 3. Havalimanı, HES, Kanalistanbul yapamazsın, yaptırmam!” yollu çıkışlarla asıl kendilerinin otoriteyi kısıtlamaya kalktıkları hiç de hesaba katılmıyorsa…

Aslında hepimiz biliyoruz ki; çevre- kadın- şiddet gibi meseleler (bunları gerçekten dert- misyon edinenleri demiyorum),  özellikle bazı kesimlerce istismar edilmekte veya en basitinden birer muhalif argüman olarak araçsallaştırılmaktadır..

Nasıl Gezi olaylarında mesele ağaç değildi ise, sair zamanlarda da mesele maalesef “kadın, şiddet yahut Cerattepeliler” değildir yani..

Mesele, toplumun tüm kesimlerinin vicdanını yaralayan ve bu anlamda ortak payda olması gereken her olumsuzluktan; sorumluluk sınırlarının da ötesinde hükümeti ve onu destekleyen bir kesimi suçlayarak ideolojik averaj kotarma meselesidir.

***

Bunun en bariz örneğini gördüğümde sene sanırım 2008’di.

Yazılarının müdavimi olan o zamanki oda arkadaşım sayesinde fark ettiğim Pınar Reyhan (şimdi ilaveten eşinin Özyiğit soyadını da kullanıyor), o zaman Hürriyet’in “anneyizbiz” sitesinde yazıyordu.

Ünlü iş adamı Esat Edin’in çocuklarıyla gittiği tatilde, aniden bastıran anormal yağış sonucundaki sele kapılarak yaşamını yitirdiği ve eş zamanlı olarak da Hakkâri’de şehit verdiğimiz günlerdeki (aynen, ama aynen!) şu cümleleri kurduğu o yazısını dün gibi hatırlıyorum;

“Böyle saçma sapan uzun bir tatil ve böyle bir hükümet olmasa Esat Edin ve çocukları ölmeyecekti.. Böyle saçma sapan bir tatil ve böyle bir hükümet olmasa Şemdinli’de askerler şehit olmayacaktı”…

Tövbe estağfurullah, hasbinallah ve nimel vekil, ya sabır, ya Allah ve sair ve sair.. Nasıl yani canım kardeşim? Soma’da sorumluluğuna vurgu yaptığım hükümetin, çeşitli zamanlardaki hatalarını da konuşalım tamam ama..

Hangi “aklı eren, sağduyulu, ferasetli” insan evladı çıkıp da; 2008’de Kurban Bayramının hükümetçe 9 güne çıkarılmasıyla, bu iki talihsiz olay arasında iddia edilen alakayı bulup izah edebilir ki Allah aşkına? Anlatamaz çünkü yok!

Gerçi kimileri için bir alaka bulunması şart da değil. Antartika’daki kutup ayılarının başına gelenler dâhil her olumsuzlukla iktidar arasında bir ilgi bağı kurmanın hiçbir yolu atlanmıyor bu ülkede malum..

Geçenlerde Beren Saat mevcut hal, gidişattan memnuniyetsizliğini “neyseki usturuplu” biçimde dile getirdi ve dedi ki; “Türkiye’de kadın olmaktan üzüntü duyuyorum”.

Gerçi bir önceki (Özgecan vakası) paylaşımında: “Kadın olmak zor, güzel bir kız olmak çok zordur ülkemde… Bugün o güzel yüze baktıkça neler geçiyor aklımdan” diye başladığı itiraflarını hatırladığımda; “Sana ne” kampanyasından farklı olarak sadece “örümcek beyinli”ler yoktu hedefinde..

Aksine muhataplar (kendi deyimiyle “kıçını elleyen” sarhoş kanal yöneticisi, geri çevrilmeyi yediremeyen kendi çevresinden partnerler, arkadaşının evinde tuvalete zorla dalıp öpmeye kalkışan oyuncu, elde edemediği için aleyhte haber yapan gazeteci gibi) gayet modern, entelektüel, seküler tiplerdi.

Ama ‘olsun’du.. Tüm toplumun vicdanını yaralayan herhangi bir habere yorum yaparken cümlene “bu ülkede, bu zihniyetle” diye başlarsan, mürekkep yalamış kullanışlılar arasında kampanyalar başlatıp imza toplarsan, çocuk yaştaki evlilikleri tasvir ederken “hacı amca” karikatürü çizersen…

Tecavüzcüye çıkarılmaya çalışılan yasalara (hadım yasası) suçlu lehine karşı çıktığın günleri unutup sonra da (mevcut yasalarla bir türlü alınamayan kararlara atıfla) iktidar tecavüzü teşvik ediyormuş gibi yaparsan.. vb vb…

Haliyle o zaman sarhoş kanal yöneticisi de, ‘oy ver’ muhalif kampanyasındaki erkek oyuncu da, gündüz gözü  laiklik vurgusu yapan ‘sapık’ patronlar da aklanmış oluyor

(ki böylece bütüün o yüz kızartıcı suçları da ‘çinkosu eksik buğday yemiş’ kesime yüklemenin keyfi de dayanılmaz malum)..

***

Daha öncesinde Fazıl Say da “son dönemde” Türkiye’de yaşamanın kendisi için zorlaştığını, yorulduğunu ve üzüldüğünü söylemişti hatırlarsınız..

(Bunca itiraza- takoza- aleyhte ittifaka- meclisin dahi iş görmesini tıkamalarına rağmen, memlekette yılların telafisi için taş taş üstüne koymaya çalışan insanlar hiiç yorulmuyor ki zaten!)

Bunun gibi pek çok çıkışı (özellikle seçimlerden sonra) duymuşsak da aynı hassasiyetler içindeki –mesela- Gülse Birsel’in; “Hoop nereye gidiyoruz yahu, burası bizim de ülkemiz” tornistanından anlaşılacağı üzere; ne pratiğe aktarılabilir ve ne de sürdürülebilir yanı yoktur o ‘kapris’lerin.

Maksat belki de çoğunca sahiden “gitmek” bile olmayıp, memnuniyetsizliğin derecesini anlatmaktır, anlıyoruz.. “Ah caanım ülkeyi ne hale getirdiler” söyleminin arkasına saklanıp da;

Evinde hastasını devlete baktıran, çocuğunu harçsız okutan, diyaliz hastası sıra beklemeyen, son teknoloji için büyük şehirlere akın etmeyen,  Ankara’dan İstanbul’a 1 saatte ulaşan, otobüsü unutup uçağa alışan ve hatta çok yakında Avrupa’yı da vizesiz dolaşacak olan aynı itirazcılarımızın “asıl derdini” de biliyoruz, merak buyurmayın.

Bu şikâyet dilinin artık ağız alışkanlığı olmaya başladığı belli oluyor örneğin. Ülkesini dışarıya, Batı’ya şikayet etmenin, (öncülüğünü sol muhalif liderlerin yaptığı) kendi aralarındaki bir nevi moda akımı olduğunun da farkındayız tasalanmayın..

Mevcut hükümet; bırakalım asgari ücreti 1300 TL’ye çıkarmayı, IMF’yle yılların hesabını kapamayı, dünyanın 13 büyük ekonomisinden biri olmayı, denizin dibinden Asya’yı Avrupa’ya bağlamayı… Tabiri caizse ağzıyla kuş da tutsa beğenmemeye kurgulular onu da anlıyoruz abicim.

Oysa yine biliyoruz ki (ve, bir dönem patatesin/ şimdilerde ıhlamurun fiyat artışı üzerinden günlerce fox ana haberi döndürenler de pekala biliyor ki); yanı başımızdaki Yunanistan’da maaşlar ödenemiyor, işten çıkarmaların haddi hesabı yok (zaten parası olan da çekemiyor o da ayrı dava)..!

(Bırakalım Yunanistan’ı Avrupa bugün 3- 5 mültecinin hesabını yapıyor, Rusya’da ekonomik tablo hızlı düşüşte, ABD krizin eşiğinde vb..)

Ya, bu ülkede kadın olmaktan utanan Beren Saat, Avrupa’da göstergelerin kadın hakları açısından gül gülistan olduğunu sanıyorsa o da yanılıyor..

Mart 2014 tarihli Hürriyet’in haberine göre; “Avrupa'da her 3 kadından biri fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalıyor, kadınların yüzde 5'i tecavüze uğruyor.”

Refah seviyesi yüksek Danimarka’da % 52, Finlandiya’da % 47, İsveç’te % 46, İngiltere ve Fransa’da % 44, Almanya’da ise 35 oranında olduğu ortaya çıktı. Türkiye’de ise bu rakam % 39.

Bütün bu (gerek ekonomik, gerek sosyal) veri ve saptamalar ışığında düşünürsek; bir yandan kötülenmiş- ‘tu kaka’ ne varsa, doğuya- insanımıza- İslam’a- şark kültürüne ait gibi gösterip, insanlığın genelinin (maalesef)  işlediği suçları da olduğu gibi üzerimize alırken..

Öte yanda Batı’yı bir “ahlak- düzen- hukuk- adalet abidesi” olarak göstermek nasıl bir yurtseverlik anlayışıdır çözmek mümkün değil.

Tamam dekolte giy, gece gez, börek de açma, sen bilirsin ablacım..

Ama her fırsatta beni- ülkemi- insanımı aşağılayıp batıya- dünyaya kötüledikten sonra da “Sana ne!” diyemezsin..

Bundan “bana ne” değil çünkü..

 

Hatice OLGUN

11.03.2016

Yorum Yazın Tüm Yorumlar
Güvenlik
Galeri
Sayfanın tüm hakları Hatice OLGUN’a aittir. 2015 ©
ana sayfa | hakkımda | fotoğraf galerisi | çizimlerim | şiirler | haber & söyleşi | yazılarım | yazarlardan | Yorumlar | bana ulaşın KA İnternet Bilişim Teknolojileri Tic. Ltd. Şti.