ana sayfa hakkımda şiirlerim yorumlar
1
2
3
4
5
tüm yazılarım
facebook | Hatice OLGUN Twitter | Hatice OLGUN
Ana Sayfa
Menü
Öz Geçmiş
Yazılarım
Çizimlerim
Şiirlerim
Fotoğraf Galerisi
Haber & Söyleşi
Yazarlardan
Yorumlar
Bana Ulaşın
Yazılarım / Kulak memesi kıvamı « geri
Allah biliyor 4 Mayıs’ta Beştepe’de yapılan kritik Cumhurbaşkanı- Başbakan görüşmesinden uzlaşı mesajı bekleyen optimistlerden biri de bendim. Devletin zirvesinin, çıkışta gazetecilere; “boşanmıyoruz çocuklar, bu dedikoduları kim çıkarıyor böyle” kıvamında bir beyanatla bazı çeneleri kapamasını bekliyordum doğrusu. Gelinen süreçte, altta ne yaşandı bilemeyiz, ancak buradan görünen Türkiye’nin; küresel- bölgesel- ülkesel ölçeklerdeki ağır meselelerine rağmen, geçmiş kırılgan koalisyonlara- anayasa kitapçığı fırlatılan Cumhurbaşkanı- Başbakan anlaşmazlıklarına inat bir denge ve uyum içinde yönetildiği idi. ‘Denge’den kastımı ise daha önce (Davutoğlu vakası henüz dedikodu aşamasındayken) açıklamıştım; Erdoğan’ın şer odaklarına yönelik caydırıcı- cesur- kararlı tavrına, bir tutam Davutoğlu diplomatik avantajları- entelektüel birikimi- uyum kabiliyeti eklendiğinde tutturduğumuz o zor 'kulak memesi' kıvamıydı baktığımız noktadan burası.

Allah biliyor 4 Mayıs’ta Beştepe’de yapılan kritik Cumhurbaşkanı- Başbakan görüşmesinden uzlaşı mesajı bekleyen optimistlerden biri de bendim.

Hem de neye rağmen? Bazı köşe yazarlarının ilginç biçimde sıklaşan imalarına, TRT’de yerinden oynarken patırtı çıkaran taşlara, daha (bu görüşmenin) birkaç gün öncesinde AK Parti’de il ve ilçe başkanlarını atama yetkisinin Başbakandan alınıp MKYK’ya verilmesi gibi gayet de ipucu bir karara rağmen…

Devletin zirvesinin (en azından bir tekinin) çıkışta gazetecilere; “boşanmıyoruz çocuklar, bu dedikoduları kim çıkarıyor böyle” kıvamındaki ünlü çiftler gibi birkaç kelimelik bir beyanatla bazı çeneleri kapamasını bekliyordum doğrusu.

Neden.. Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasında hiç bir mesele olmadığını- asla da olamayacağını düşündüğümden mi? Hayır elbette.

Şahsen, ‘kukla başbakan’ iddialarına cevaben Davutoğlu’nun özgün yanlarına, aradaki nüans farklarına muhalefetin dikkatini çekerken; kendi mahalleme ise asıl hedeflerde- ana çizgide- temelde bir sapma olmadıktan sonra, farklılıkların (bırakın mesele olmayı) dengeleme unsuru olarak iyi bile olacağını söylemişimdir de yeri geldikçe.

Kaldı ki Erdoğan da, görevini halefine devrederken (her ne kadar seçilmiş Cumhurbaşkanı oluşunun hakkını vereceğini, öncekiler gibi köşesine çekilmeyeceğini açık ve net duyurdu ise de);

Parti başkanlığı- başbakanlık unvanlarını devrettiği Davutoğlu’ndan, paralelin tasfiyesi- terörle mücadele gibi temel konularda istişare talebini baştan ifade etmekle birlikte emanetçi Başbakan istemediğini de bizzat kendisi belirtmişti.

Bunu söylerken Erdoğan belki de; Davutoğlu’na sıkça isnat edilecek olan ‘kukla’ iddialarına baştan cevap vererek Türkiye Cumhuriyetinin yeni Başbakan adayının, kendisinin güçlü liderlik karizmasının altında daha baştan ezilmesinin önünü kapatma hamlesini de yapmış oldu, şıktı.

Buradan bakınca, tutturulması gereken her ikisi için de ne kadar ince bir çizgi, bir ayardı. Bir yanda belli ki kendi tabanı dışından da aldığı rekor oyla “Türkiye’nin ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı” olma unvanının gereğini yapacağını en baştan saklamayan güçlü Cumhurbaşkanı..

Ve diğer yanda da; 7 Haziran’dan itibaren meydanı boş bırakmamış, 1 Kasım’da % 49’5 oyla partisine zafer yaşatmış,  sonrasındaki ilk üç ayda (kendi deyimiyle) ekonomik vaatlerin tümünü- reformlarınsa % 80’ini yerine getirmiş (Allah için) çalışkan bir Başbakan!

Gelinen süreçte, altta ne yaşandı bilemeyiz, ancak buradan görünen Türkiye’nin; küresel- bölgesel- ülkesel ölçeklerdeki ağır meselelerine rağmen, geçmiş kırılgan koalisyonlara- anayasa kitapçığı fırlatılan Cumhurbaşkanı- Başbakan anlaşmazlıklarına inat bir denge ve uyum içinde yönetildiği idi.

‘Denge’den kastımı ise daha önce (Davutoğlu vakası henüz dedikodu aşamasındayken) açıklamıştım; Erdoğan’ın şer odaklarına yönelik caydırıcı- cesur- kararlı Kasımpaşalı tavrına, bir tutam Davutoğlu diplomatik avantajları- entelektüel birikimi- uyum kabiliyeti eklediğinizde tutturduğumuz o zor kulak memesi kıvamıydı gözümüzde burası.

Ailede ebeveynlerden geleneksel ana (uyum)- baba (güç) figürleriyle de izaha çabaladığım söz konusu dengede; işlerin yürümesi açısından ne Erdoğan için saydığım güçlü pozisyon vazgeçilirdi, ne de Davutoğlu’na atfedilen uyum kabiliyeti önemsiz.

Zira kötücül kimi odakların (paralel yapı- terör yandaşları gibi) doğrudan püskürtülmesi gerekirken, sivil- siyasi kimi muhalif yapılarla da aynı bütünün farklı unsurları olma ve hükümet makamının sorumluluğu gereği zaman zaman iletişim kaçınılmazdı.

Bu anlamda Davutoğlu ile Erdoğan’ı zor dengenin unsurları olarak görürken bu sonucun gelmesini açıkçası sevinçle karşılamadım. Bu düşüncemi de dile getirdim.

Kaldı ki ben her zaman; Devletin biz halktan çok daha fazlasını bildiğini, bunların bir kısmını ifşa edemeyeceği için (ABD’si, Rusya’sı, Almanya’sı ve dahası dahil) hiçbir devletin yüzde yüz şeffaf stratejiler izleyemeyeceğini;

Bu sebeplerden dolayı o stratejilere ait kararların (devletler açısından) her zaman izah edilebilir olmadığı ve bunları sorgularken, devlet/ onu temsilen hükümet lehine bir inisiyatif payı bırakmanın uygunluğunu savunmuş biriyimdir.

Bu durumda, özellikle Davutoğlu’na yönelik (akıl almaz ithamlar- iddialarla yürüyen) aleyhte kampanya tarafını daima eleştirecek olsam da, doğru olan bir kez daha yolun kendisine odaklanmak, kat edilen kısmına hürmeten direksiyon performansından şüphe duymamaktır.

Sonuçta Türkiye’nin (hala sıfırlanmadığını düşünsek de) iç vesayet sopasına ilaveten dışardan da IMF gibi küresel gardiyanlara iki ellerinden kelepçeli hükümetlerini, korkak- edilgen- kaderci politikalarla sergilediği basiretsizliği, meşhur "üç cent'e muhtaç" dilencilik günlerini (halen daha istediğimiz yerde olmasak da) özlemiş değiliz!

Üstelik bugün güneydoğumuzda PKK/ PYD’sinden tut IŞİD’ine bütün terör odaklarına karşı (ve tabi içerdeki uzantılarına da) canla başla verilen mücadelede bir nefeslik dahi basiretsizliğin faturasıyla baş edemeyecek ve hesabını veremeyecekken..

Suriye’de, Filistin’de, Ortadoğu’nun neredeyse her metrekaresinde insan hakları ihlalleri had safhada iken.. Bırakın Batı’yı, Ümmet içinden dahi bu olanlara sesini çıkarabilen tek lider bu topraklarda olduğu için (vesaire vesaire); Bu toprakların kaderi önemli!

Bugün Kilis’e düşen roketlerin, Rus yapımı füzelerin sadece bir tekine muhatap olsa ortalığı ayağa kaldıracak ülkelerin ‘müttefik’ adı altında, Türkiye’nin haklı ‘güvenli bölge’ talebini bile aylardır sürüncemede bırakışından anlıyoruz ki; gerekirse “kendi göbeğimizi kendimiz keseceğiz”.

Bu meydan okumayı birinci ağızdan duymanın özgüveni bile, ülkenin bu günlerini görmüş olmanın güzel yanı. Ancak, biliyoruz ki kendimize ve bu coğrafyaya yönelik haksızlıkların tümüne karşı çıkabilmek için daha gidecek yolumuz, yiyecek epey fırın ekmeğimiz var.

Ve doğrusu böylesi kritik bir noktada, güneydoğuda daha bugün 8 canımızı vermişken, terör örgütleri dahi karşımızda kenetlenebilmişken; ayrışmaya, detaylarda boğulmaya, büyük resmi gözden kaçırmaya hakkımız yok.

Öyleyse yeni Başbakan ara formülüyle geçilmesi düşünülen önümüzdeki dönemden de (adı başkanlık, yarı başkanlık, partili cumhurbaşkanlığı ne olursa fark etmez) hayır beklemek en doğrusu.

Şimdi gözler 22 Mayıs’ta yapılacağı açıklanan kongrede. Ve tabi sadece AK Parti’de değil, gerek MHP’de ve gerekse de CHP yönetiminde de (AK Parti kongresi sonucuna göre start alacağı düşünülen) hareketlenmeler göze çarpıyor.

Türkiye siyasetinde tüm partiler açısından bir güncelleme söz konusu kısaca. Hayırlısı diyelim..


Hatice OLGUN

13.05.2016

Yorum Yazın Tüm Yorumlar
Güvenlik
Galeri
Sayfanın tüm hakları Hatice OLGUN’a aittir. 2015 ©
ana sayfa | hakkımda | fotoğraf galerisi | çizimlerim | şiirler | haber & söyleşi | yazılarım | yazarlardan | Yorumlar | bana ulaşın KA İnternet Bilişim Teknolojileri Tic. Ltd. Şti.