ana sayfa hakkımda şiirlerim yorumlar
1
2
3
4
5
tüm yazılarım
facebook | Hatice OLGUN Twitter | Hatice OLGUN
Ana Sayfa
Menü
Öz Geçmiş
Yazılarım
Çizimlerim
Şiirlerim
Fotoğraf Galerisi
Haber & Söyleşi
Yazarlardan
Yorumlar
Bana Ulaşın
Yazılarım / Bayrama girerken... « geri
Aynı yıl içinde Paris, Brüksel derken.. Acısı, PKK terörüne verdiğimiz şehitlerimizin acısına eklenen Atatürk Havalimanındaki saldırının ardından; iki gün önce Bangladeş'te 20 rehine, dün de Irak'ın başkenti Bağdat'ta 200 civarı masum Şii DAEŞ'çe katledildi. Dünya böyle anlamsız ateşlere yanıyorken, bazen hocaların bahsettiği o kıyamet alametinin gerçekleşiyor olduğunu düşünmeden edemiyorum; "dünya öyle bir hale gelecek ki, ölen niye öldüğünü ve öldüren de niye öldürülüğünü bilmeyecek".. İşte böyle bir dünyadayız. Etnik- mezhepsel ayrılıkların, taşları sürekli yerinden oynattığı bölge/ coğrafya faktörünü de hesaba kattığımızda; bugün pek çok saldırının önlendiğini, pek çoğunun hedefine ulaşamadığını, pek çok kötü zihnin hevesinin kursaklarında kaldığını gayet iyi biliyoruz. Bunlara rağmen (maalesef) sivil, asker, polis şehitlerimiz varsa, o da bu ülkede gözü olanların çokluğundan, bu ülkenin gittikçe artan cazibesindendir.

Bayram geldi, lakin pek de hoş gelmedi malumunuz. Birkaç gün önce İstanbul Atatürk Havalimanındaki terör saldırısını hep birlikte yaşadık.

Olay akşamı dışarıdaydık. Ramazan girdi gireli (kısacık iftarla sahur arasına çok fazla şey sığdırıp da) fazla çıkamamıştık. O bildik tabirle, “biraz kafamız dağılır, iki insan görürüz, neşemiz yerine gelir” diye düşündük işte.

Fena da gelmemişti aslında. Ta ki sosyal medyada siyah zemin üzerine İstanbul etiketiyle yine o kara fatma sevimsizliğindeki “teröre lanet” paylaşımlarını görene kadar…

İlk tepki yılgın bir “olamaz, yine mi?!” oluyor bilirsiniz. Ya sonra? Sonrası sabaha kadar o bildik ölü yaralı takibi.

Üç yabancı uyruklu canlı bombanın, güvenlik noktalarından önceki kısımda gerçekleştirdiği saldırıda, 10’u yine yabancı uyruklu olmak üzere 46 insanımızı kaybettik, çok sayıda yaralımız var.

Pek çok eve ateş düştü. Kiminin 10 gün sonra düğünü vardı, kiminin çocukları, kiminin hamile eşi, en nihayetinde hepsinin geride bıraktıkları birer ailesi ve sevdikleri.

Haliyle tepki duyduk. Olayı kınadık, mağdurlara üzüldük, faillere öfke duyduk ve tabi böyle bir acıdan (eleştirinin çok ötesinde) siyaset malzemesi devşirenlere de verdik veriştirdik sosyal medya üzerinden.

Şimdi burada detayına girmek bile istemediğim, terörü siyasi averaj fırsatı olarak gören- politize eden- bir ucu iftiraya hakarete giden saldırılar ve üstelik bunların (uyduruk hesaplar yanı sıra) ciddi pozisyonlardaki insanlarca yapılıyor olması ayrıca can sıkıcıydı.

Öte yandan, sosyal medya üzerinden gerçekleştirilen bilişim suçlarına yönelik önlemler alındığını görmek ve sosyal medyanın; dilediğine vurup kaçabileceğin, dilediğin iftirayı atabileceğin, kanunsuz- kuralsız- hukuksuz bir platform olmamayacağnın işaretlerini gözlemlemek de güzel.

Zira aynı gün sosyal medya üzerindeki terör propagandaları, terör üzerinden kişilik haklarına saldırı gibi pek çok bilişim suçunun tespiti için, bu tür hesapların bildirilebileceği bazı adresler de sürekli hatırlatılıyordu.

Öyle ya.. Hele ki koskoca bir milletvekili, üstelik (ana muhalefet partisi mensubiyeti gibi) kitleler üzerinde az- çok etkin ciddi siyasi pozisyondaki biri, bu adi terör saldırısını gerçekleştirenlerin “hükümetle işbirliği yaptığını” hesabından ciddi ciddi iddia ediyorsa/ edebiliyorsa muhakkak yaptırımı olmalıydı.

Zaten, kimin yönettiği, neye hizmet ettiği belli bile olmayan karanlık bazı hesaplardan yapılan ağıza alınmayacak hakaret, iftira, seviyesizlikten alışık olduğumuz bu dili, Devletin bir vekilinin kullanması hiç de üzeri örülebilir ve yanına kalası bir olay değil kanaatimce.

En acısı da nedir biliyor musunuz… Bu tür saldırıları kendi ülkesinde gerçekleştiği zaman siyasi fırsata çevirmekten çekinmeyenlerin, batıda aynı terör saldırıları gerçekleştiğinde takındıkları anlayışlı müşfik tavrı, kendi- öz be öz devletlerinden esirgiyor olmaları!

Oysa tam tersi... Millet olmak sevinçte, iyi günde, bayramlarda olduğu gibi; kara günde, yasta, kederde de birleşmeyi- bir olmayı gerektirir.

Neyse, uzatmayacağım. Kimse adına değil, hiçbir siyasi şahsiyet adına değil, bizzat sandıkta desteklediğim siyasi partinin (dolayısıyla bir seçmeni olarak bizzat kendimin ve benim gibi pek çok sade vatandaşın da) töhmet altında bırakıldığı bu sataşma ve iftiraların gereği yapılacaktır diye düşünüyorum.

Özür dileyerek kaba tabirle “ulan erkeksen ispatla bakalım” dediğinizde, kem küm etmeye başlayacak insanların yaptığı kirli propagandalardan fırsat bulup acılarımızı bile doğru dürüst yaşayamadığımız günlerdeyiz sonuçta.

Ve, dünyanın dördüncü büyüğü olan ve saatlerce süren yol eziyetini sadece ve sadece dakikalara indiren Osmangazi Köprüsünün açılışında (bırakın bir iki adaletli takdir cümlesini) haklı gururun sevincin emarelerine dahi tahammül edilemediği günlerde..

Vatandaş yıllar yılı beklediği, on yıllarca kendisinden esirgenmiş, ona hayatı kolaylaştırarak derdine derman olacak hizmetin ihtişamı karşısında biraz sevinmiş çok mu, bilemedim doğrusu?

Sanki bu insanların yüreği, şehitlerimiz veya masum canlar için yanmayı bilmezmiş, sanki o şehitler zaten onların kerpiç evlerinden çıkmamışlar gibi..

Yahut da bu sevinci onlara çok gören çevreler tatiline- keyfine- eğlencesine- içkisine- canlı müziğine vs vs.. Kısaca bu ara her ne yapıyorlarsa ona bir son, bir ara vermiş veya ertlemişler gibi.. Yazık, insaf.

Oysa (hep olduğu gibi) yine acıya muhatap olan- yüreği yananlar başka, acıları sadece ve bol bol konuşan- üzerinden siyaset yapanlar başka.

Ortadoğu yanıyorken, terör sadece bizi değil tüm dünyayı vuruyorken; zaman zaman eleştiriyor da olsak (insaf sınırları içinde gayet de normal), en nihayetinde kendi güvenlik güçlerimize, Devletimize güveneceğimiz zamanlardayız.

Bir yandan PKK ve türevlerinin güneydoğu ve tüm yurttaki hain saldırılarıyla mücadele ederken, bir yandan da (aslında tüm dünya için tehdit olan) IŞİD, diğer adıyla DAEŞ'le de uluslararası koalisyonun gereği olarak da mücadelemiz devam ediyor.  

İki gün önce Bangladeş'te (bir kısmı yabancı uyruklu) 20 rehinenin, dün de Irak'ın başkenti Bağdat'ta son rakamlara göre 200 civarı masum Şii'nin (hem de iftar vaktinde!) katlini üstlenen DAEŞ içinse söylenecek ne çok şey var.

İslam adına, sözde İslami hassasiyetlerle masum insanların canına hem de bu mübarek günlerde kıyan bir örgütün İslam Devleti iddiası trajikomik olduğu kadar (neye/ kime hizmet ettiği tarafıyla da) inandırıcılıktan uzak ve aklımızla alay eder nitelikte!

Dünya böyle anlamsız ateşlere yanıyorken, bazen hocaların bahsettiği o kıyamet alametinin gerçekleşiyor olduğunu düşünmeden edemiyorum doğrusu; "dünya öyle bir hale gelecek ki, ölen niye öldüğünü ve öldüren de niye öldürülüğünü bilmeyecek".. Haksız mıyım?

İşte böyle bir dünyadayız. Etnik- mezhepsel ayrılıkların taşları sürekli yerinden oynattığı bölge/ coğrafya faktörünü de hesaba kattığımızda; bugün pek çok saldırının önlendiğini, pek çoğunun hedefine ulaşamadığını, pek çok kötü zihnin hevesinin kursaklarında kaldığını iyi biliyoruz.

Bunlara rağmen (maalesef) sivil, asker, polis şehitlerimiz varsa, o da bu ülkede gözü olanların çokluğundan, bu ülkenin gittikçe artan cazibesindendir.

Allah bir daha yaşatmasın derken bu vesileyle yaralılarımıza acil şifalar, hayatını kaybeden vatandaşlarımıza ve tabi güneydoğu şehitlerimize Allahtan rahmet, hepsinin yakınlarına ve milletimize de sabırlar dilerim.

Bu topraklarda, bu coğrafyada bir gün daha mutlu bayramlar yaşanacağını umut ederek,

Hepinizin bayramını da kutlamış olayım, her şeye/ teröre/ kötülere rağmen.



Hatice OLGUN

Yorum Yazın Tüm Yorumlar
Güvenlik
Galeri
Sayfanın tüm hakları Hatice OLGUN’a aittir. 2015 ©
ana sayfa | hakkımda | fotoğraf galerisi | çizimlerim | şiirler | haber & söyleşi | yazılarım | yazarlardan | Yorumlar | bana ulaşın KA İnternet Bilişim Teknolojileri Tic. Ltd. Şti.