Uzunca süredir ABD, Ortadoğu’daki askeri varlığını meşru bir zemine oturtma çabasında malumunuz.
Her ne kadar, daha ilk kimyasal saldırıda asıl ‘kırmızı çizgi’sinin ne olduğu gün yüzüne çıkmışsa da, bunu, bir süre (Afganistan ve Irak’tan sonra) Suriye’ye ‘demokrasi götürme’ kılıfıyla denemişti.
Ancak, son dönem Rusya- Türkiye yakınlaşmasına dâhil olan İran'la üçlü ittifaktan doğan süreçte, bu nüfuz alanını da bölge ülkelerine kaptırınca, DAEŞ palavrasına daha sıkı sarılmıştı.
“Kral çıplak” diyebilen (Türkiye gibi) az sayıdakilere rağmen iyi kötü kıvırıyordu da..
Ta ki Rakka’da sıkışan DAEŞ militanlarının (üstelik silahlarıyla birlikte!) sevkiyatını, bir diğer terör örgütü PKK/ PYD gözetiminde gerçekleştirdiği skandal görüntüler dünya basınında yerini alana kadar!
Saf dışı bırakıldığı Astana sürecinin üzerine, BMGK’daki Kudüs oylamasında dünyaya karşı açıkça yapayalnız kalmak suretiyle uğradığı prestij kaybı ve bu garip tahliyenin hala konuşulan gölgesi de eklenince..
Bırakınız meşru zemini, Ortadoğu’da dilediği gibi kovboyculuk oynamasına imkân tanıyacak biçimde El Kaide’yi hedefe oturttuğu 11 Eylül mağduriyeti bile tartışılmaya başlandı.
Ve üstelik ABD askerlerinin, Afganistan ve Irak’ta işlediği savaş suçlarının yargılanması da (kısa vadede sonuç ummasak da) şükür ki aynı süreçte dünya gündemine geldi.
İncirlik’te yakalanan FETÖ’cü askerlere, girişimin bastırıldığı netleşene kadar Washington'un susmasına ve Pensilvanya'daki FETÖ elebaşısını bir türlü iade etmemesine halen açıklık getiremeyen,
Dolayısıyla 15 Temmuz’daki rolünü bugün tartışmaya bile gerek duymadığımız ABD,
Artık, (tamamen deşifre olmanın rahatlığıyla mı yahut mızrak çuvala sığmadığından mıdır bilinmez) niyetlerini gizleme gereği bile duymuyor.
Dün 7 x 24 canlı yayınladığı Gezi eylemleri, Selahattin Demirtaş’a organize ettirdiği Kobani isyanı ve sonrasında pek çok güvenlik görevlimizi sivil hassasiyetine feda ettiğimiz hendek kalkışmasıyla..
Halen ABD’de (elde edilme yöntemleri bakımından çokça tartışılan) sözde belgelerini dünyaya yeni baştan servis ettiği ve yargıdaki FETÖ'cüler eliyle seçilmiş hükümete kastettiği 17 Aralık süreciyle..
Ve son olarak, yüzlerce şehit ve binlerce yaralımıza mal olan 15 Temmuz kanlı askeri darbe girişimiyle beceremediğini, bir süredir güneydoğu sınırlarımızda deniyor.
Suriye’nin kuzeyi, Fırat’ın batısında bir Kürt Devleti kurma düşüncesi konuşulan ABD, diliyle (her zamanki gibi) reddettiği bu niyetin tam tersi eylemler içinde.
Bölgeye, aylardır binlerce tır ve uçaklar dolusu ağır- hafif silahlarla donatılmış, eğitilmiş 30 bin kişilik düzenli PKK ordusunu yerleştirme cüreti gösteren,
Ve bir o kadar da paramiliter grubun dâhil olduğu konuşulan ‘Kuzey Ordusu’nu DAEŞ’e karşı konumlandırdığı yalanını dolaşıma soka dursun, Türkiye Afrin’de kararlılığını ortaya koyuyor.
Geldiğimiz noktada ABD, yokuş aşağı koy verme aşamasında. Ortadoğu’daki savaş suçlarına ekledikçe ekliyor;
“Bir eksik bir fazla artık ne fark eder” diyor yahut 'çirkin' şansına güveniyor olmalı da,
Ben, asıl bizim ana muhalefetimizin; “bırakalım da ABD güneydoğumuzda bir Kürt devleti mi kursun?” kritik sorusunu hak eden; “Afrin’e girmeyelim” tutumunu,
Ve kendi ülkesine karşı mesnetsiz MİT tırları iftirasını (hiç sorgulamaksızın) savunmaktan çekinmezken,
Aylardır ABD tarafından burnumuzun dibine yapılan yapılan bu kötü niyetli askeri hazırlığa suskunluğunu bu halka nasıl açıklayacağını merak ediyorum!
haticeolgun2@gmail.com