Çoktan yapılanları vaat diye bu halka yutturan mı ararsınız, % 98 yerli yapım IHA- SİHA’larda dışa muhtaç olduğumuz iddiasının altında kalan mı..
Yahut (her yol yöntem denendiği halde), yazık ki halen daha çözüm bekleyen PKK sorununu yok sayıp, yıkıcı muhalefetlerine rağmen çözülmüş 'Kürt sorunu'nu söylemde hortlatan mı..
Dün karşı çıktıkları, kırk kulp taktıkları dev projeleri bugün yıkmayı, en iyi ihtimalle kendilerinin yaptığını (ahaha vallahi ;))) savunan mı..
Ağzına geleni sayıp, yine de “ifade özgürlüğüm yok” diyen mi ararsın.. 5186 sayılı kanun işleyince alkışlayıp, küfür hakaretler edip eylediği hükümet sıradan vatandaş gibi hak arayınca 'diktatör'lükle suçlayan mı..
Vezne- kayıt kuyruklarında can çekiştiği, bırak doktorunu hastabakıcısından azar işittiği dünün 6- 8 yataklı hastanelerini unutup; bugün insan muamelesi gördüğü modern tesislerin tek yataklı odaların konforundan memnun olmayan mı..
Dün parasıyla alacak tüp bulamazken, bugün her ile ulaştırılan doğalgazla ayda iki tüp parasına zahmetsizce ısınıp- yıkanıp yine de kömür sobasına özlem duyan mı..!
Dolardan şikâyet edip tatilsiz senesi olmayan, kuyruk olarak iphone kuyruğundan başka tanımayan, benzin fiyatlarına söylenip arabasız adım atmayan..
Beğenmediği faizler sayesinde en az bir ev alan ve yine de ekonominin kötüleştiği yalanına ortak olan mı..
En garibi de, dün kezban perukla itile kakıla girdiği üniversite kapılarından, bugün aslanlar gibi başörtüsüyle giren kesimin inkarcılığı olmak üzere;
İnanın bu ittifakın adı olsa olsa “nankör ittifakı, inkar ittifakı”dır diyorum..!
Geçen bir twitimde dedim ki; “Türkiye’de seçmen gerçekten hizmet- icraat- ehliyet- liyakate oy veriyor olsa (hele ki alternatiflere baktığınızda) AK Parti’nin değil % 50’ler, % 80- 90’lar bandında oy alıyor olması lazım.”
Ve (280 karakter sağ olsun) şöyle devam etmiştim: “Ama maalesef Türkiye’de seçmenin bir yarısı, bu somut gerçekliklerle değil; kin, öfke, ezber kalıplar, kulaktan dolma cehalet, inandırılmış yalanlar, ideolojik taassup gibi sağlıksız ruh haliyle sandığa gidiyor”.
Rakamlarla aramız yok. Balık hafızalıyız, hatırlatmak da faydasız( beyin ishali demek böyle bir şey!).
Hazinenin tam takır olduğu, IMF kapılarında taklalar atıldığı, bacak bacak üste atmış ABD Başkanı karşısında düğmelerin full iliklendiği, hükümetlerin memur maaşlarını deprem yardımlarından ödediği, yetmez gibi (KEY vs) kesintilere gidildiği günler unutulmuş da;
Engellisinin- yaşlısının- fukarasının sosyal yardımlarını, memurunun maaşını- öğrencisinin bursunu- emeklisinin ikramiyesini dakkasında aldığı, üstüne öncekilerin borçlarının- kesintilerinin de kapatıldığı döneme dil uzatılıyor.
Hatırlatmak lazımsa hatırlatırız orda mesele yok ama en kötüsü kulakların sağırlığı.
Yıl 2002, mesleki toplantılar için başka şehirlere gittiğimizde konakladığımız yerler içler acısı. Ortalamanın altında temiz, en temel ihtiyaçların bulunmadığı, Mart ayında buz gibi odalar..
Arkadakilerin kürsüyü duymadığı, ses sisteminden yoksun, kahvehane benzeri toplantı salonları..
Deve kervanından hallice, yirmi kişi valizlerimizle (Samsun’dan İzmir’e, Samsun’dan Diyarbakır’a, Samsun’dan Antalya’ya vs) balık istifi gittiğimiz, havasız- dar minibüsler (yolları söylememe gerek var mı)!
Hiç unutmam yine böyle bir toplantıda, Müsteşar (V. Mirmahmutoğulları) kürsüden dedi ki: “Benim personelim, benim şartlarımda konaklamıyorsa, bu bizim için çözülmesi gereken bir meseledir arkadaşım”.
Çok değil, ertesi sene.. Bakanlık üst düzeyi ile aynı ortamlarda, insana ve bu Devletin çalışanına yakışır ortamlardaydık, tıpkı söz verildiği gibi (var mı anlattıklarıma itiraz?).
Yine uçakla ulaşım.. Daha öncesinde yalnızca müdürler, müsteşarlar için kullanılır ve bu yolu tercih eden ekstra ödeme yapmak durumunda kalırken, personel için de rayiç bedelleri hava yolu üzerinden ödenmeye başladı.
2000'lerde oruç tutmayanın taşrada suyunu bile içemediğini unutup, bugün kendilerine tahsis edilen lokallerde çay kahve sigara imkanlarını (elbette normali buydu) yok sayıp da "yaşam tarzına müdahale" bilmem ne diyenlere bakmayın siz, bizim camianın da nankörü çoktur!
Ardından maaşlarımızda iyileştirmeler yaşandı. Kıyafet konusuna hiç girmiyorum bile, bu hükümetin statüko- tek tipçilikle mücadelesi malumunuz.
Sanıyor musunuz ki seksen yıllık putlar yıkılıp ‘kamuda başörtü’ meselesi çözülürken özgürlük yalnızca mütedeyyine geldi.
Bizler kamunun “tayyörlü mürebbiye”leriydik. Bugünün kot, kolsuz gömlek, spor pabuç rahatlığını, sayesinde yaşadığı hükümete halen daha "hayat diyenlerle aynı ortamda çalışırken ne denir ki, dedim ya “bizim camianın da nankörü çoktur” diye.
Gerçi adamların ‘lider’ diye oy verdiği yalancı entrikacı inkarcı iftiracı olursa, kendisinden ne beklersin..
Adamların ülke yönetmeye talip kişisi, sahnede bisiklet showla- türkü okumayla- anılarını anlatmayla alkış toplar; tek plan proje dillendirmeksizin (üstelik yapılanı da yıkma vaadiyle) en az % 25 garantilerse sen kimi sorgularsın..
Adamların vekil diye seçtiği, bu memlekette taş üstüne taş koyana karşı çıkar, yapılınca da “biz yaptık” yalanını atar ve buna rağmen ertesi yıl yine seçilirse daha sen daha kime ne anlatırsın..
Hele ki beslendikleri akıl hocaları, kanallar, gazeteciler de düzenbaz olur da;
Sırf bu Devetin beş yıldızlı otel konforundaki şehir hastanelerini karalama uğruna, sağlam adama koltuk değneği verir yalan dolan haber yapar ve en üst reytingle izletirse nereye kadar susarsın..
Dedim ya “inkar ittifakı”… Allah çalışandan yana olsun.
Hatice OLGUN