Elazığ- Van depremleri, Ağrı’da çığ faciası, İdlib’de 36 şehidimiz, üzerine Rusya ile savaşın eşiğinden dönme, Yunanistan sınırında insani dram ve diplomatik kriz derken..
Şükürsüzlük gibi olmayacaksa, gerçekten de iyi başlamayan 2020’nin ‘inşallah sonu hayrolur’ ümidiyle oturmuş bekliyorduk ki Çin’de baş gösteren bir salgın İran, Rusya, Avrupa'yı da aşıp geldi kapımıza dayandı efendim.
“İlim Çin’de bile olsa gidiniz” sözündeki ‘bile’ sözcüğü malum, Çin’in bu diyarlara uzaklığını vurgulamak içindi. Ancak bugün o sözün söylendiği dünyadan değil, sabahtan akşama bir ucundan öteki ucuna malın, paranın, insanın serbestçe dolaşabildiği düzenden bahsediyoruz.
Dolayısıyla da şahıslar olarak her ne kadar olay ilk anda bize epey uzak, biraz kurgu, sanki büyük devletlerin kendi aralarındaki bir oyun, geçici bir sindirme politikası veya hiç olmazsa önceki salgınlar gibi yakın bir aşamada dizginlenebilir gibi göründü ise de işin şakasının olmadığı ve yayılım hızı kısa sürede anlaşıldı.
Hiç sataşmayın “yandaşlık”la ilgisi yok, hakkını vermek gerekir ki Devletimizin ve dolayısıyla Hükümetimizin zamanında aldığı birtakım tedbirlerle bizzat Sağlık Bakanımızın gösterdiği özveri sayesinde şükür illetle en son tanışan ülkelerden olabildik ve ilk vakadan bize kadar geçen bu doksan günlük avantaj sayesinde krizi sağduyulu yönetebildik.
En son tanışan diyorum, zira Dünya Sağlık Örgütü’nün de “pandemi” (yani dünya çapında salgın) olarak ilan ettiği bu vakalar zincirinden tamamen kaçabilmek, zincirin bir halkası olmamak veya sıfır vaka sayısı bahsettiğimiz dünya şartlarında zaten imkânsız olandı.
İşe, Çin’den ülkelerine dönmek isteyen 48 vatandaşımızı THY’na ait hastane donanımında bir uçakla ülkemize sağ salim getirmekle başladık. Kimi ekonomisiyle övünen ülkelerin bu hizmeti vatandaşlarına para karşılığı sağladığı ve kimininse vatandaşlarını Çin’de tamamen kaderlerine terk ettiğini ibretle izlerken hem de..
(Hatırlayalım aynı dönemlerde Avustralya vatandaşları ile pazarlığa tutuşmuş, Hükümet bin dolar ile bin 500 dolar arasında ücreti hararetle tartışmıştı. Yine Türkiye, Koronavirüs testlerini ücretsiz gerçekleştirirken, ABD'de halk testlerin azlığı ve ücretli olması nedeniyle isyan etmişti!)
Çin’den gerçekleştirilen bu başarılı kurtarma operasyonu sonrası, salgının İran’a kadar ilerlediği görüldükten sonra ise bu ülkeye gitmek isteyen İranlıları ülkelerine ve oradaki vatandaşlarımızdan dileyenleri ülkemize getirme amaçlı kontrollü tahliye seferleri dışında havadan- karadan tüm seyahatleri durdurduk.
İran’la sınırlı kalmayacaktı, kalmadı da. Derken Avrupa’dan da salgının yayıldığına dair birbiri ardına haberler gelmeye başladı. Sınır komşumuz Yunanistan, Bulgaristan, sonra Almanya, Fransa, İspanya derken.. Esas itibarıyla İtalya’da bir vaka patlaması yaşanmaya başlayınca Avrupa ile de geçişler gözden geçirilmeye başlandı.
Gelinen aşamada Çin’de 3.230, İtalya’da 2.503, İran’da 853, İspanya’da 499, Fransa’da 148, ABD’de 85, G. Kore’de 81, İngiltere’de 56, Japonya’da 28, Hollanda’da 24, Almanya’da 20 ve Türkiye’de de dün 89 yaşındaki 1 kişi hayatını kaybetti. Vaka sayısı ise bu ülkelerde on binlerce iken dün itibarıyla bizim de maalesef 98 vakamız var.
Dileğimiz, yayılmanın hiç olmazsa bu noktada kalması ancak ilk vakanın görülmesi üzerinden geçen birkaç haftalık kritik süreçte yayılmanın pik yapacağı, sonraları ise (etkenin virüs olduğundan hareketle) havaların ısınması veya tolumun bağışıklık kazanması gibi faktörlerin de etkisiyle yavaşlayacağı umuluyor.
‘Umuluyor’ diyorum zira Covid 19 yeni tip bir virüs ve yaş aralıkları, ölüm oranları, zemindeki hastalıklar, toplumsal alışkanlıklar itibarıyla üç aşağı beş yukarı bir istatistik ve kanaat oluşmuş ise de virüsün mevsimlere göre nasıl davranacağı henüz (üzerinden birkaç mevsim geçmediği için) bilinmiyor.
Havaların ısınmasıyla diğer gribal virüsler gibi azalacağı öngörüsüyle biraz olsun sevinmiştik ama ekvatora güney konumlu sıcak ülkelerde de yayılması bu tezi ve beklentileri çürütüyor gibi. Öyleyse toplumun bir yerden sonra virüse bağışıklık göstereceği noktasında ümidimizi sürdürmeye devam.
Zira Çin’de olan tam da bu. Üç aydır, 3 binden fazla insanı öldürüp ülkeyi kasıp kavurduktan sonra virüsün nihayet etkisini yitirmeye başladığını sevinerek gözlemliyoruz. Şu ana kadar toplam 67 bin 800 vaka sonrası, Çin’de dün itibariyle 13 gündür yeni vaka görülmediği belirtildi.
Beklentiler, iyi dilekler bir yana; deprem, terör vs tüm toplumsal acılarda olduğu gibi bu felakette de ülkede (gerek siyasi gerek ekonomik) rant peşinde koşanlarımız bugün de maalesef var. Söyleniyordu, şahsen de gözlemledim; marketlerde makarna gibi dayanıklı gıda ile özellikle temizlik malzemesi raflarda bildiğiniz yok!
Yetkililerin arka arkaya yaptığı “stoğa gerek yok” uyarısına rağmen insanımızın bir kısmı kıtlık bilinciyle hareket ediyor ki bunda piyasa simsarları ve spekülatörlerin yanı sıra (onlarla bağlantılı- bağlantısız) felaket tellallarının etkisi elbette var tabi ama asıl salgının dünyadaki boyutuna şahitlik etmek, yani anlık iletişim imkânları da etkili diye düşünüyorum.
Bazen gerçeğin bile ani- kontrolsüz yayılımı kitleleri panikleterek yıkıcı eylemlere dönüşmesi açısından üzerinde durulabilir bir mesele olurken, yalanın aynı hızla yayılmasının etkilerini takdir edersiniz. Bu anlamda sosyal medya her felaket sonrası ardıl ve ikincil tehlike zemini oluşturuyor.
Dolayısıyla günümüzde Devletler (eğer muz cumhuriyeti değillerse), bir yandan felaketin kendisi ve somut etkileriyle mücadele ederken bir yandan da sanal provakatörler ve tahribatlarıyla mücadeleye mecbur kalıyor. Artık hangi savaş komplike değil ki..
Özellikle son on yıldaki FETÖ ihaneti, yargı- askeri darbe girişimleri, ekonomik saldırılar, sınırlarına yönelik açık niyetler, göçmen akını ve son olarak yüzyılın salgını gibi sıradan bir ülkede en az 50- 60 yıla yayılacak gelişmeleri konsantre yaşaması sayesinde bu Hükümet birileri gözünde “hiçbir şey yapamadı” ise bile kriz yönetmeyi öğrendi.
Hem öyle bir öğrendi ki ‘öldürmeyen güçlendirir’ misali çok da güzel öğrendi. Elazığ- Van depremlerinde bir ay boyu Bölgede depremzedelerle yatıp kalkan, sınırda Mehmetçikle aynı karavanayı paylaşan Bakanlarıyla Hükümet, bu salgını da zamanında önlem alarak ötelemeyi başardı.
Dün "şehir hastanelerini nasıl dolduracaksınız, havaalanları çok büyük, duble yolları mı yiyeceğiz" diyenler de gördü ki Devlet olmak sadece olaylar vuku bulduktan sonrasını değil, hepimize görünenden bir adım ötesini hesap etmek ve o doğrultuda ülke yönetmektir.
Bugün, bakmayın o evlerinin balkonlarından kameralara estetik görüntüler veren“ Avrupalı” algısına.. Arka planda, yoğun bakım şartlarına ihtiyaç duyan binlerce hastanın koridorlarda, spor salonlarındaki sedyelerde can çekiştiği,
İçlerinden imkânlar adedince hasta seçilip kalanının devletler eliyle bir nevi ölüme terk edildiği Avrupa gerçeği arşivlere geçti bile. Bu noktada ilginç bir yorum da; “Avrupa, mültecilerden esirgediği parayı Korona için harcıyor” idi.. İnancımız gereği (veya farklı inanç sistemlerinde “karma” vs şeklinde) de bu böyle.
Anladığım Dünya yeni bir dengeye gidiyor. Ondan önce ne biliyor ve nasıl biliyordu iseniz unutun. İnsanlar bir nevi doğal seleksiyona uğrarken, ülkeler de gerçek potansiyellerini sergiliyor ve yarının düzeninde bütün ‘masa’larda oturma düzeni bunun üzerinden olacak.
Demem o ki eğer bundan sonraki süreci de ülke olarak iyi yönetirsek yarın çok daha güçlü çıkacağımızı görmek zor değil. İnşallah iyi haberlerde buluşmak üzere, sağlıkla kalın.
Hatice OLGUNhaticeolgun2@gmail.com