|
|
|
|
|
|
Bu gün 17 Nisan, yani İrem'in doğum günü. Yaşıyor olsaydı muhtemelen evlerinde toplanacak ve kocaman bir pasta kesecektik
O hep yaptığı gibi sabırsızca hediyelerini açacak, açılan her pakette keyifle ellerini çırparak "yaşasın" diyecekti. Büyük coşkusunu görünce; her bir hediye paketinden bir "kuş", bir "kedi" hatta bir "masal cini" çıktığını bile düşünebilirdiniz. Tümünü öyle "büyük" bulur, öyle "büyük" sevinirdi ki, “birine bir şey hediye edebilmenin” keyfini hiç bu kadar iyi yaşamamışlığınızı mutlaka hissederdiniz. Ama aldığınız her ne ise ve onu ne kadar sevmiş olursa olsun, öyle uzun uzun oyalanmasını ve elinden düşürmemesini de bekleyemezdiniz. Çünkü o, az sonra kendisi için alınanların her birine çoktan doymuş bir “tok”lukla, Elinizden tutup sizi odasına götürür ve ‘oyuncak evindeki hangi bebek kimdir, nereye gitmek için böyle giyinmiştir’ dakikalarca anlatırdı. İşiniz, bekleyeniniz, ocakta yemeğiniz de olsa itiraz etmeden dinler ve özenle yaratılmış olduğunu düşündüğünüz o yüze bakakalırdınız. "Güzel kadın, güzel araba, güzel ev, güzel çocuk elbet sevilir ve belki marifet çirkini sevmektedir" derdim bazen kendime. “Kolaycı mıyım neyim?” diye çok düşündükten sonra, “ama ben bütün çocukları severim, sadece onunla biraz daha büyük bir gönül bağımız var” fikrine sığınır, Ve herkesin sevebileceğini sevmek konusunda 'sürüye uymak'la suçladığım yüreğimi bir nevi aklardım. Gerçekten de derin bağlıydık birbirimize. Her bahaneyle bana gelir, kapımı çalardı. Ya susamış olur su ister, ya da günler önce düşmüştür de bana yaralanmış dizini gösterirdi. Sahi siz “yaralı dizi” için ağlayan çocukları nasıl bilirsiniz? Ben söyleyeyim, muhtemelen hep rastladığınız gibi "çok acıyor" diyerek ağlıyor olmalılar.. Ama ben başka türlüsünü biliyorum, o birkaç gün önce üzerine düştüğü ve çoktan kabuk bağlamaya başlamış yarasına bile şöyle ağlamaklı bakar, Ve tam olarak aynı kelimelerle "ama güzelliğim bozuldu" sebepli ağlardı. Hiç unutmam bir gün yine bize geldi. Bu kez düşmemişti ama ablasının da aralarında olduğu büyük çocukların kendisini oyuna almayışına üzülmüştü. “Boş ver, yemekten sonra beraber oynarız biz de” dedim. İçeri geldi, birkaç dakika sonra gözlerinin yaşını silip, ‘muhtemelen niye ağladığını bile unutarak’ gülücükler dağıtmaya başladı. O gün sofrada şu bizim meşhur “taze fasulye” vardı, bize katılmasını istediğimde lafı dolandırıp hiçbir bahane sunmadan doğruca ‘fasulye sevmediğini’ söyledi. Ben de “güzellik” zaafını kullanıp, ‘eğer fasulye yerse çok daha güzel olacağını’ söyledim. Hemen keyiflendi ve ‘benim bu yemeği çok yediğim için mi böyle güzel olduğumu’ sordu. "Kesinlikle" dedim. Koca bir tabak yedikten sonra, gidip aynaya bakışını hiç unutmam. Sonrasında, (annesi işteyken kendisine göz kulak olan) babaannesi çok defa bana; “Yavrum sayende bu çocuk fasulye yemeye başladı” diyerek defalarca teşekkür etti, annesi ile hala anlatır gülümseriz. Ve sonuç… Sevgili İrem 15 Haziran 2005’te, hem de böyle bir kazanın yaşanma ihtimalinin en az olduğu bir yerde, bir çöp kamyonunun hatalı geri manevrası ile aramızdan ayrıldı. İşte bundan sonrası hakkında ayrıntılara girmeyeceğim. Çünkü bu yazıyı yazarken amacım olayın acı yanını hatırlatmaktan çok, Şairin “beni güzel hatırla” demesi gibi onu “güzel” hatırlamaktı. Birkaç gün önce, yaklaşan doğum gününü buradan kutlamak aklımdan geçince bütün “sürpriz yapma” heveslerimi bir kenara bırakarak annesinin onayını aldım. Amacım iyi bir şey yapmaya çalışırken, bir yandan da yaraları depreştirmemekti elbette… Dramatize etmeden, acıtmadan hatta tam tersi gülümseyerek okuyalım ve onun doğum gününü bir kez daha kutlayalım istedim. Bu sebeple olsa gerek, bu güne kadar yazdığım "en zor" yazı olduğunu itiraf etmeliyim. Çok daha az vakıf olduğum konuları yazarken bile böyle zorlanmamışken, Belki “Ergenekon”dan, “AB ye giriş süreci”nden, “Türkiye’nin askeri darbe tarihi”nden çok daha iyi bildiğim şey “çocuklar” ve “İrem”ken çoğu kelimeyi en az birkaç kez değiştirdim. Çoğunda yeniden "ilk kullandığım" kelimede karar kıldım ve bazen de bütün bir paragrafı yeterince iyi bulmadım. Ama bir kez annesine bahsetmişken vazgeçmek hiç olmazdı. Bu sebeple en az acıtan, en az yaralayan bir uslup kullanmaya büyük özen gösterdim. Bir taraftan da (onun kadar olmasa da) bu olayda benim ve İrem’in diğer sevenlerinin de “acının uzaktan akrabaları” olduğu düşüncesine sığındım. Elbette onların bizdekinin çok katı “acı”ya eklenmiş bir “öfke”yle, adaletin tecellisini beklediğini görebildim. Yargı süreci hala devam ettiği için dava hakkında çok şey söylemek doğru olmaz sanıyorum, ama “dikkatsizlik”, “dalgınlık”, “hız merakı” ya da “alkol”; zamansız ölümün sorumlusu her ne ise ve her kimse cezasını çeksin, Ve daima dikkat çektiğim gibi bütün cezalar yeterince caydırıcı olsun istiyorum. Doğum günün bir kez daha kutlu olsun "annesinin prensesi" güzel İrem… |
|